'Hazin' bir aydan kalan!
Her defasında şaşar kalırım.. Her oturduğumda tebessüm ederim.. Her gidişimde bıyık altından gülerim.. Her bakışımda yüreğim ısınır.. Ve her fırsatta bir kadeh de ben kaldırırım keyifle. Bütün bu insan hallerini İstanbul'daki asırlık "Hacıbaba Lokantası"nda yaşarım... İmparatorluk kenti İstanbul'da olmaktan bir kez daha gurur duyar, bir kez daha caka satarım.. Öyledir işte, bu şehr-i İstanbul'da muazzam çelişkiler, dipler ve bir o kadar da görkem yaşarsanız her an ve her fırsatta.. Geleceğim nokta şu aslında.. Her gün yüzlerce yerli yabancı turiste mekân olan "Hacıbaba Lokantası" adından da anlaşılacağı üzre "hac farizası"nı yerine getirmiş ve duvara asılı fotoğrafından da bakılacağı şekliyle, nur yüzlü "eski bir İstanbullu" tarafından kurulmuştur.. Ve bir iki küçük değişiklikle aynı mekânda, oğuldan oğula, kuşaktan kuşağa da gelip gitmektedir bugüne kadar.. "Hacıbaba"nın onlarca rakı sofrasıyla dizili olan terası, beş yüz yıllık Aya Triada Kilisesi'nin avlusuna bakar! Aslında bakmakla kalmaz; mesela, Hacıbaba'nın balkonunda oturan ehlikeyf bir akşamcı(!) kendini kilisenin avlusunda da hisseder.. Gördüm tanık oldum.. Öğlenden akşama uzanan bir vakitte şöyle bir fotoğraf çıkar örneğin.. Hacı sahibinden mülhemdir ya.. Lokantanın, "İlahi figürler"in bulunduğu koridorunu aşıp geçer, terasa çıkar, masanıza oturur, birkaç meze bir de yarım şişe rakı söylersiniz! Tam karşınızda "Aya Triada'nın görkemli kubbesi yükselmektedir, zaman zaman çan sesini duyarsınız. Hatta denk düşerse "kilise korosu"nun repertuarına kulak verirsiniz.. Avluda oynayan küçük çocuklar, bayramlık ya da "düğünlük" kostümleriyle şen şakrak halleriyle, aldırmaz oyunlarına takılmaktadır.. Aaaa bir de ne görürsünüz.. "Aya Triada"nın demir kapısı önünde fotoğraf çekmeye hazır ve nazır gelinle damat.. Kurtuluş'tan Yorgi'yle, Beyoğlu'ndan Eleni'nin düğünü var yani.. Kayınçolar, kayınbabalar, kaynanalar, hısımlar da fotoğraf karesinde.. Birkaç dakika önce "Kilise"de nikâh kıyılmış, Aya Triada'nın papazı dini ritüelleri yerine getirmiş ve damatla gelin "hoş bir sada"yla ayrılmıştır kilise salonundan.. Ve şimdi de avluda fotoğraf zamanıdır.. Tabii ki Hacıbaba'nın rakı sofraları, İsa'ya yakın olunan tüm bu zamana tanık olmuştur! Hoş bi fotoğraf doğrusu.. "Kim ne derse desin, kim nasıl hissederse hissetsin durumu"dur özetle.. Bu ülkede özellikle son yarım yüzyılda bu tür fotoğraflar kirletildi, yara aldı kanımca..
*** Aslında şu ana kadar yazdıklarımın "müsebbibi" Ahmet Tanrıverdi'dir. Büyükadalılar'ın deyimiyle "Fıstık Ahmet ya da Barba Ahmet ya da meyhaneci Ahmet.. Geçen hafta sonu, yani, eylülden çalınan bir akşam vaktinde kalktı bizi Büyükada'daki mekânına davet etti.. Çekip gittik, dostlarla, vapurdan indik, hava puslu mu puslu, kara mı kara! Yazdan kalma bir gün değildi hani! Ve eski zamanları andıran bir akşam hiç değildi.. Boştu bomboştu, yazlıkçılar, "okul hazırlıkları"ndan olsa gerek erken boşaltmış, sakin, buğulu ve insanın içini üşüten sokaklar, meydanlar kalmıştı geriye.. Ve Barba Ahmet, çıkardı önüme bir metin bıraktı.. "Al oku!" dedi! Okudum, üzüldüm, hak verdim, sizlerle paylaşayım istedim.. Ahh, Ahmet Hocam ahh.. Haklısın. Eylül.. Hazin bir aydır. Hazan mevsiminden kalan!
***
6-7 Eylül zenginleri!.. Ben Ahmet Tanrıverdi. Hiç unutmuyorum, 12 yaşındaydım, 1955'in 6 Eylül akşamında Büyükada'daki evimizin meydana bakan balkonunda oturmuş çocuk gözlerle çevreyi tarıyordum.. Duvarlara "Atatürk'ün evi bombalandı" başlıklı gazete küpürleri asılıyordu.. Ertesi gün yine evimizin balkonundaydım. Tam karşımızda özellikle Rum kökenli Adalılar'ın gidip geldiği Façyo Lokantası'nın camları kırıldı birdenbire.. Birkaç dakika sonra da yan sokaklardan hiç Adalı'ya benzemeyen kalabalık bir grup, Rum komşularımıza ait dükkân ve evleri birer birer kırmaya dökmeye başladı.. Sonra öğrendim, eylülü takip eden ayın bitiminde göçüp gitti Rum komşularımız.. Onların iş ve evlerine hiç tanımadığımız insanlar kondu.. Derlerdi ki bunlar 6-7 Eylül zenginleri. Büyükada, aslında o günlerden itibaren çok değişti, bu arada 6-7 Eylül zenginlerinin son nefeslerini rahat vermediklerini gözlemledim.. İşte eylül gelse hep bu günleri düşünürüm.. Baksanıza takvimlerin 1961'i gösterdiği yılın bir eylül ayında Menderes, Polatkan ve Zorlu idam edildi.. (6-7 Eylül DP döneminde olmuştu!) - 1980 12 Eylül'ünde "netekim"ler, Cumhuriyet'e yara açtılar.. - 2002'nin 11 Eylül'ündeyse, teröristler yüzyılın en büyük eylemini gerçekleştirdi.. O halde eylül ayının Türkçe'deki yeni adı, "hüzün veya hazin" olarak değiştirilirse.. İnsanlık ders alır mı acaba?
|