Müslüman olmak ne demek?
La Villette Parkı'nın Kültürler Bahçesi'nde yer alan sergide Kahire, Tahran, İstanbul, Dakar ve Paris'te Müslüman olmanın anlamı çeşitli obje ve fotoğraflarla sorgulanıyor.
21. yüzyılda, dünyanın herhangi bir köşesinde, Müslüman olmak ne demek? Kültürlerarası iletişimsizliğin dünyayı dipsiz bir kuyuya düşürdüğü bu dönemde, belki de sorulabilecek en yaman sorulardan biri bu. Hazırlıkları başladığından bu yana, farklı nedenlerle birçok kez karşıma çıkan, sonuç olarak içinde yer almadığım ama yakından izlediğim "Müslümanlar" sergisi, başladığından bu yana çok tartışıldı. Fransa'da bu tip büyük sergi projeleri en az dört yıl önceden onaylanır. Dolayısıyla La Villette Parkı'nın "Kültürler Bahçesi"nde yer alan serginin hazırlıkları, 11 Eylül, Irak savaşı ve başörtüsü tartışmaları gibi "sıcak konular" ortada yokken başlamıştı. O yüzden de bu, gündemden esinlenip "şıpın işi" akıl edilmiş bir çalışma değil. Konu, birçok ciddi uzmanın denetimi altında, akıllı bir tema etrafında ele alındı ve bence gereken "çokseslilik" sağlandı. Peki nedir bu akıllı tema? Organizatörler, dünyanın neredeyse "Müslümanlar ve diğerleri" olarak ikiye bölündüğü zor bir dönemde, Müslümanlık'tan ne şekilde bahsetmeleri gerektiğini uzun uzadıya düşündüler ve bunu imgelerle tartışmaya karar verdiler. Bunu yaparken de genel kavramlara sığınmak yerine, Müslümanlar'ın yaşadığı beş önemli kentteki farklı yaşamları deşmeyi, somut sorular sormayı ama kesin cevaplardan kaçmayı seçtiler. Çünkü gerçek tekil değil elbette, her zaman olduğu gibi çoğul ve çok katmanlı! Son derece hassas bir şekilde çalıştığını bildiğim sergi komiserinin sözleriyle "tarihi, coğrafi ve siyasi önemlerinden dolayı" seçilen beş kent: Kahire, Tahran, İstanbul, Dakar ve Müslüman olmayan ama Müslümanları olan Paris. Sergi, "kentsel labirentler" den oluşuyor. Her bölümde, bir şehre ait objeler, fotoğraflar ve o şehirde yaşayan çağdaş sanatçıların çalışmaları görülüyor ve bir film seyrediliyor. Elbette her kentin dinamikleri, problemleri, dokuları farklı olduğundan, mekanlardaki estetik seçimler de çok farklı. Serginin İstanbul'a ayrılan bölümüne biraz da korkarak giriyorum. Birincisi, her zamanki gibi, "doğu-batı arasındaki köprü" tarzı klişe yorumlardan çok ama çok sıkıldığım için. İkincisi de "İstanbul'da Müslüman olmak" gibi fazlasıyla genel bir kavram yüzünden toplumun bin bir katmanının aynı sepete konulmasından ciddi bir şekilde çekindiğim için. Ama daha ilk metrekarede neredeyse bütün seçimleri haklı buluyorum. Manuel Çitak ve Patrick Zachmann gibi İstanbul'un kan dolaşımını çok iyi bilen iki usta objektifin işleri ve Nilüfer Göle'nin yaptığı akıllı analizlerle dolu film, şehrin melezliğini son derece isabetli bir şekilde vurguluyor. Ama konular ne kadar bıçak sırtında olursa olsun, dinden söz etmek ne kadar zor olursa olsun, beyni olan ve kalbi atan her adem oğlunu buluşturan bir yer var ki, adı sanat. Canan Şenol ve Murat Morova, konuyu bir kartpostal gibi tasvir etmiyor, meseleyi bir an bile "folklorik" olmadan kurcalıyorlar. Ve sanat denilen uçan daire bir kere daha bilimsel analizlerin, teşhislerin, yorumların çok üstünde uçuşuyor.
Sedef Ecer
|