Tatilin dört hali!
Çok değerli oyuncularla karşılıklı oynuyoruz. Keyfim yerinde. Tabii sabah yedilerde başlayan veya yedilerde biten çekimler yormuyor değil. Yoruyor. Peki açık konuşayım, perişanım! Avrupa Yakası'ndaki Selin'in deyimiyle, set saati bana her bildirildiğinde "Oha falan, yok yok, çüş falan oluyorum!". Diyorlar ki, "Gülse Hanım, yarın sabah altı buçukta settesiniz"; işte o anda bana bir "kal geliyor" ki, üüüf... Güya bu yaz Bodrum'da yayıla yayıla yatacaktım. Deniz kıyısındaki minderden balkon şezlonguna, oradan kanepeye, oradan yatağa. Akşamüstü serinliğinde camı da açarsın, ağaçlar fışır fışır, sinek telinin arkasından cır cır cır diye ağustos böcekleri. Vay be, ne uyunur ama. Onun yerine saat yedide, sabah serinliğinde, birisi saçımla uğraşırken, tepemde cır cır cır diye rol ezberleten bir kız! Onun işi de zor tabii, ben sabahları nasıl suratsız olurum, yeni yeni öğreniyor. Uzun lafın kısası, yine tatilimi çaldılar efendim! Çok çalışan birisi şiddetle tavsiye etti. Her sene, iş yerindekilere, iş çevresinden tanıdıklara, uzak arkadaşlara dermiş ki: Ben bu yıl da, her zamanki gibi, 1 Ağustos-30 Ağustos arası yokum. Cep telefonum da kapalı. Hiçbir şey sormayın, her şeyi kendiniz halledin, ben ölmüşüm gibi davranın! Bunu herkes bilirmiş, bizimki de bir ay şahane bir tatil yaparmış. Ben bu sene 10 gün Antalya'ya gittim. Yazmam gereken bir senaryo yüzünden uykusuz geceler, vicdan azabı dolu güneşlenmeler yaşadım. Geldim iş güç, sonra bir hafta da Bodrum'a kaçtım. Dizinin bölümlerini yedekleyeyim, bir yandan oynayacağım filmin senaryosunu inceleyeyim, heyecanlanayım, korkayım derken, aaa dönüverdik. Yerim ben böyle tatili! Stresli ve yoğun çalışan, çok sorumluluk alan insanlara, sözgelimi üst düzey yöneticilere tavsiye edilen şuymuş: En az 1 ay tatil yapın! Nedeni de ilginç: Birinci hafta stresli şahsiyet, farkında olmadan çalışmaya devam edermiş. Telefonlar, not tutmalar, e-mail atmalar, sinirlenmeler... Hatta "Ben niye geldim, hiçbir şeyi bensiz halledemiyorlar ki"ler. Geri dönmeye kalkmalar. İkinci hafta şehirdeki gergin hayatını tatil ortamına taşıma ve bütün sene biriktirdiği stresi, patlamalarla ortaya çıkarma dönemiymiş. "Bu ne biçim kalamar, böyle istemedik ki, kimse işini adam gibi yapmıyor!", "Jet ski kiralıyorsan bir sistem oturtacaksın kardeşim, al eline kalem sabahtan beri binenlerin listesini yap!"; gibi can sıkıcı durumlar bu haftaya rastlarmış. Üçüncü hafta, gergin işkoliğin gevşeme haftasıymış. Uzun uykular, ikide bir şekerleme yapmalar, boş boş denize bakmalar, enerji düşüşü, hatta hafif soğukalgınlığı, mide rahatsızlığı gibi bir iki günlük problemler bu dönemde olurmuş. Bu haftanın sonuna doğru işkolik, gülümsemeye, kavga dövüşü bırakıp rahatlamaya başlarmış. Dördüncü hafta, yöneticinin 'tatil' yaptığı haftaymış. Yani "Ayteeen, muza binelim mi muza? Hatta dondurma alıp binelim, zıplarken dondurmasını ilk düşüren, akşam herkese rakı ısmarlar, hihahahihihihi" haftası! Ben bu sene ilk haftayı iki kere üst üste yaşadım sevgili okuyucular! Seneye, yukarıda anlattığım "Bir ay yokum, aramayın" formülünü uygulayacağım. Tarihleri saptayınca size de bildireceğim. O tarihlerde e-mail bile atmayın, okumam. Ayy, size de kıyamam ama şimdi ben. Yok yine yazıları yazarız canım, o kadar olur. Adam olmam ki ben!
|