Değişim, akıl ve vicdan...
Prens Sait Halim Paşa'nın yaklaşık anlamı şu olan bir sözü vardır: "Eğer toplum sürekli kendini tekrar eden bir şey olsaydı, insanı açıklamak için sosyolojiye gerek kalmaz, zooloji yeterli olurdu." Değişim bu denli güçlü ve çarpıcı bir şey. Gerçekten değişim yoksa, insanın hayatı zoolojinin incelediklerinin derecesine iniyor. Diktatörlerin de en büyük arzusu budur. Herşeyi dondurarak insanlara olabildiğince çok hükmetmek. Bugün farklı toplumların yaşamlarına hakim olan bazı kurallara baktığımızda, bunların aslında geçmişin diktatörleri tarafından insanları iradesiz araçlar haline getirmek için desteklenmiş iktidar kodları olduğunu görüyoruz. O yüzden değişimle insan olmak arasında kaçınılmaz bağlantılar var... Değişimden uzak kalan toplumların tarihin dinamiklerinin dışına düşmesi kaçınılmaz. Değişimi yönetemeyen bir toplum, adeta geleceğini ve her an yeniden yaratılan tarihin bir parçası olmayı yönetemiyor demektir. Bir toplumun tarihle, siyasetle ve gelecekle doğru ve verimli bir ilişki kurmasının tek yolu değişimi doğru yönetmekten geçiyor.
*** Edmund Burke bir toplumu topluluk olmaktan çıkaran ve toplum yapan özelliklerle değişim arasındaki ilişkiyi irdelerken, toplumun "zemin"i koruması gerektiğini ve buna bağlı olarak değişimi yönetmesi gerektiğini belirtir. Toplum geleceğe yürüken "zemin"ini koruyarak "yön"ü değiştirmelidir. Böylece hem kendini kendisi yapan değerleri elde tutmuş, bu değerler yoluyla "derinleşme" yeteneğini korumuş olur, hem de yeni dinamiklerin dışına düşmemiş olur... Yani sadece değişim de tek başna birşey ifade etmiyor. Değişimin bir zemini, yönü ve hedefi olmak zorunda. Aksi halde değişim içeriksizleşmeyi getiriyor. Değişim ne kadar gerekli bir şeyse, üzerinde yeterince kafa yorulmadığı zaman da o kadar tehlikeli bir şey. Kendi zemininden boşanarak değişimi yönetmek mümkün değil. Bir toplumun kendisini kendisi yapan de- ğerleri bir kenara iterek içine girdiği değişimin, o topluma ait değer üretmesi sözkonusu olamaz...
*** Mcluhan dünyaya "küresel köy" dediğinden beri, dünya hangi açıdan küresel köy acaba? İletişim teknolojisi ve MTV müzik kanalının yaygınlığı bakımından diyorsak ve bu bize yetiyorsa mesele yok. Ama bundan daha büyük bir şeyi kastediyorsak meselenin giderek büyüdüğünü görmek durumundayız. Dünyanın bir kısmı değişime karş direnen ve kendi içine kapanan toplumlarla dolu. Geri kalanı ise giderek daha çok değişimin dalgaları içinde savrulan ve içerik bakımından değer üretme yeteneğini kaybeden toplumlara dönüşüyor. Dünyayı yaşanabilir yapan değerler ise daha az etkili oluyor giderek... İletişim teknolojisi, güvenlik zirveleri, olimpiyatlar, yeni refah üretme stratejileri, uzay çalışmaları "dünyanın vicdanı" olmaya yetmiyor... Dünya akıl ve vicdan konusunda küresel bir krizin içinden geçiyor. Yönetim stratejileri ve siyasetler krizi ötelemekten başka bir etkinlik üretemiyor. Necef'te, Darfur'da ve Brundi'de aynı anda görülen katliamlar bir yanda, Olimpiyatların şenliği öte yanda...
*** İnsanı sosyolojinin konusu yapan değerlerle yarışan ve zoolojinin konusu olmaya dönüştüren dinamikler çarpışıyor... Dünya hem "zemin"ini hem de "yön"ünü kaybetmiş gözüküyor. Değişim karştlığı ile yanlış değişim arasında bir çatışmanın tam ortasından geçiyoruz. Değişim karştlığı ile değerlere direnenlerle, yanlış değişim dalgasına binerek akıl ve vicdan çizgisini unutanların kavgasına sıkışıyor dünya... Gerçek değişim ile akıl ve vicdan arasındaki bağlantıları yeniden kurmaya yönelmenin tam zamanıdır...
|