|
|
Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!
Geçen hafta Hülya Avşar Hanım'dan da söz ederek, iletişimi doğru dürüst yönetmenin en önemli kuralının, durduk yerde kendi kendine kriz yaratmamak olduğunu belirtmiştim. Hülya Hanım'ın Türkpetrol reklam filminin basına tanıtım toplantısında kendisine yöneltilen bazı kışkırtıcı sorular karşısında sinirlenmesinin ve karşısındaki basın mensuplarını aşağılayıcı bir tavır içine girmesinin yanlış olduğunu söylemiştim. Hülya Hanım'dan el yazısı ile kaleme alınmış bir faks geldi. İçtenliğinden en küçük kuşku duymadığım bu satırları, kendisi izin verdiği için sizlerle paylaşıyorum: "Sevgili Ali Saydam. Aslında adetim değildir fakat yazınıza cevap vermek istedim. Öncelikle hakkımdaki düşünceleriniz beni çok mutlu ediyor, teşekkür ederim. Ama sizin gibi bir duayenin diğer yazarlardan daha farklı düşünmediğini görmek ayrıca üzüyor. Düşünsenize, haftanın dört günü sürekli gazetecilerle birlikteyim. Gerek iş hayatım gerekse sosyal hayatım ile tenis, golf vs... Kısacası aynı mesleği yaptığım diğer kişiler gibi senede bir değil. Dolayısıyla bir aile ilişkisi gibi birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Aramızdaki ilişkinin artık resmiyetten çok, samimiyet olduğuna inanıyorum ve onlardan hiçbir duygumu saklamıyorum. Zaten saklamaya kalksam kendi duygularımın yıpranacağına inanıyorum. Tabii ki sinirli ve mutlu anlarım olacak. Bunları asla iş dünyamda, kendi kendime yaşayamam. Ayrıca gazetecilerle aram iyi olsun diye şaklabanlık yapmak daha saygısızca olur diye düşünüyorum. Ve bu insanlar yirmi senedir bana nasıl sorular yöneteceklerini kestiremiyorlarsa, söylediklerimi hak ettiklerine inanıyorum. Artık eskiden olduğu gibi sanatçıların basınla aralarını iyi tutmak için şekilden şekile girdikleri zamanlar geçti. Senelerce Türk sinemasında da bir takım mercileri kollamak ve yağ çekmek için naturelliğini kaybeden senaryolarda da oynamaktan bıktım. Sonuç olarak bu gibi sahnelerle daha bir çok kez karşılaştığımızdan emin olun. Tenis röportajına gelip de tenis raketini tanımayanlar, ya da yirmi senedir kendilerine olan düşüncelerimi höğrenemeyip sadece haber olsun diye kendilerine olan saygımı da unutanlar ve de dokunulmazlıkları olduğunu zannedenler, benden daima aynı tepkiyi görecekler. Yazdıklarım biraz uzun oldu. Film setinde olmasaydım daha uzun olabilirdi. Bu yazıdan sadece işinize gelenleri seçebilirsiniz. Ayrıca karman çorman yazım için de özür diliyorum. Çünkü çok acele yazdım. Size olan sevgim ve saygım daima sürecektir. Sevgilerimle. Hülya Avşar." Sizi anlıyorum Hülya Hanım. Feryadınıza da tamamen hak veriyorum. Sizi sevdiğimi zaten biliyorsunuz. Ama beğenmediğimi de... Sevmek ve beğenmek arasındaki farkı sizin gibi duyarlı birine anlatmama herhalde gerek yok. Bilirsiniz, çok sık karıştırılır... Türkiye'nin ne kadar az starı var, değil mi? Siz de o ender starlardan birisiniz. Onun için herkesin gözünün sizin üzerinde olması doğal. O gözleri yönetebilmek, yönlendirebilmek ise ayrı bir bilgi ve beceri işi... Üç tane naçizane önerimi kabul buyurun lütfen: 1. Kendinizi sonuna kadar sevin, Hülya Hanım. Bunu fazlasıyla hak ediyorsunuz; ama beğenmeyin. Duygularınıza ve zekanıza güvenin; ama aklınıza güvenmeyin. Bu dünya ile tek başına başa çıkmaya kalkmayın. Ortak akıl çevresi ile yönetin, hem şöhretinizi hem de oluşturmak için savaş verdiğiniz markanızı. 2. Ders vermekten hemen vazgeçin. Hem basın mensuplarına hem de meslektaşlarınıza. Bir düşünün. Kendiniz dahil, ders almaktan hoşlanan herhangi birine hiç rastladınız mı? 3. Herkes gibi olmamak demek, herkese karşı olmak demek değildir. 'Hem farkında, hem de Gülhane parkında' olunabilir. Profesyoneli amatörden ayıran temel farklılık ise, birinin içinden geldiği gibi davranması, ötekinin ise hedefine uygun seçilmiş davranış sergilemesidir. Bunun samimi olmamakla, ya da içten pazarlıklı olmakla hiç alakası yoktur. Bu profesyonelliğin bir numaralı kuralıdır ve en fazla 'haddini, sınırlarını bilmek'le, kendi kendini yönetmekle açıklanabilir. Bunları sadece sizin için söylemediğimi herhalde algılıyorsunuz. 'Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla' misali... Sizin durumunuzda, hatta sizden çok daha sorunlu durumda olan o kadar çok CEO, patron, lider, üst ve orta kademe yöneticisi var ki... Belki sizin o içten mektubunuzdan onlar da iki satır nasiplenirler...
|