Alis Harikalar Diyarında
Başkentte inanılmaz bir trafik, bir o kadar da ciddiyet hakim her şeye
İstanbul'un orta yeri sinemaysa, Ankara'nınki de güzellik salonu. İstanbul'dan sonra birkaç günlüğüne Ankara'dayım. Çankaya ve Kavaklıdere'de ne zaman başımı kaldırsam "Lazerle epilasyon", "selülit tedavisi" ya da en iyi ihtimalle "kuaför" tabelası var. Hepsi stratejik biçimde cadde üstü binaların ikinci katına kümelenmiş. Başkentin kızları da bu bolluk içinde pek havalı. Duyduğuma göre kaşları kalkık gözüksün diye kaşın hemen altına botox yaptıran bile varmış. Ah, birileri bu icatları New York'a taşısa... Başkent'te olmak her zaman ilginçtir bir gazeteci için. İnanılmaz bir trafik, bir o kadar da ciddiyet hakim her şeye. Birkaç kişiyle görüşüp bir iki dost görüyorum. Sabah'ın Ankara temsilcisi Muharrem Sarıkaya şehir dışında. Ama büronun iki numaralı ismi Okan Müderrisoğlu beni Meclis'teki yaz tatili resepsiyonuna götürüyor. Meclis burada en sevdiğim yerlerden biri. Bülent Arınç'ın resepsiyonu, "İktidar kulisi" denilen (bir de 'muhalefet kulisi' var) bölümün önündeki bahçede. Bendeniz Alis Harikalar Diyarı'nda misali Okan'ın peşinden hayranlıkla izliyorum herkesi. Aslında günlük haber temposunda, muhabirler siyasetçilerin peşinden koşup ağızlarından bir şeyler koparmaya çalışır. Gerçek hayatta, siyasiler gazetecilere ve basına muhtaç olduklarının bilinciyle etrafında döner. Bu yüzden milletvekilleri Okan'ın elini sıkmayı ihmal etmiyor, son faaliyetlerini anlatıyorlar. Bir ara bir beyle sohbet ediyoruz. Önemli biri olduğu belli ama kim olduğunu çıkaramıyorum. Sonradan anlıyorum ki Enerji Bakanımız Hilmi Güler'miş. Düşünceli ve gerektiği ölçüde de kaygılar taşıyan ciddi biri olduğu intibasıyla ayrılıyorum yanından.
KEBAPÇILAR BİLE KURUMSAL Meclis'te gazete bürolarının olduğu bölümün havası, aynı Amerikan Kongresi ya da Beyaz Saray'daki basın bölümünü anlatıyor. Aynı yoğun tempo, ciddi ve yorgun yüzler, başkentler dışında başka yerlerde az göreceğiniz titiz habercilik hiç de azımsanmayacak bir düzen ve kurumsallık var. Yılların eskitemediği fotoğrafçı dostum Ali Ekeyılmaz'ı Sabah büroda bulunca seviniyorum. Biz ayrılıyoruz, ama Meclis sabaha kadar çalışmasına devam ediyor. Ankara serüvenimi bir lahmacunla noktalamaya karar verip, otele geldikten sonra yandaki "Sedir Kebab Evi"ne dalıyorum. Yemek bitiminde garson "özel müşterilerimiz için" dediği anı defterine birkaç kelime yazmamı rica ederek önüme Anıtkabir defteri gibi bir şey sürüyor. Ne kadar duygulandığıma dair bir iki kelime karalarken, yan lokantadan gelen fasıl sesi dikkatimi çekiyor: Ben bu sesi daha önce duymuştum. Yıllar önce, daha doğrusu tam 9.5 yıl önce, aile ve aile dostlarıyla Ankara'da kalabalık ve tatlı bir yemek yemiştik. Lokantanın sahibi de bize katılıp o Ankara Radyosu eğitimli sesiyle uzun uzun fasıl yapmıştı. Babamı arıyorum, babam yemeği düzenleyen arkadaşı Nahit'in numarasını veriyor. "Nahit, o yıllar önce gittiğimiz ve sahibi senin arkadaşın olan lokantanın adı Gümüşlük müydü? Ben yanındaki kebapcıdayım da" diyor gecenin bir vakti arayan ve normalde ABD'de olması gereken arkadaş kızı. Nahit "Evet, Erdem'in yeri. Muhakkak git selam söyle" diyor. Ben de yandaki lokantanın sahibine gidip "Afedersiniz, ben yanda lahmacun yiyordum da..." diye söze başlıyorum. Nahit'in adını duyunca ille "otur biraz" diyor. Bir karpuz ve biraz fasıl sonrasında, Ankara serüvenim de noktalanıyor.
|