| |
Bu kez de nahoş anılar
Farkındayım: "Senin Polonezköy izlenimlerinden de bıktık" diyeceksiniz ama... Yazmazsam içimde kalır! Bir yere giderken genellikle Sevan ve Müjde Nişanyan'ın 'Küçük Oteller Kitabı'ndan yararlanıyoruz. Nişanyanlar 'mekanı betimleme' konusunda gayet iyiler. Gittiğimiz oteller; bina, bahçe, dekorasyon açısından tam da dedikleri gibi çıktı. Bu açıdan gayet memnunuz. Ama... Nişanyanlar bazı alanlarda zayıf. Bunlardan biri 'deniz' konusu. Polonezköy deneyimi bu eleştiriye yeni temalar ekledi. Telefonla 'Polka Country Hotel'de yer ayırtırken kredi kartı numarasını da istediler. Verdim. Sonra da gittik... Resepsiyonda 'yönetici' yerine bir temizlik görevlisi vardı. Nüfus kağıdımı istedi, bir de kağıt çıkardı: "Sadece otonuzun plakasını, markasını ve rengini, bir de yengenin adını yazın, gerisini biz doldururuz" dedi. Böylesi ilk kez başıma geliyordu. Üstelik duvarda, "Otel çalışanlarına aracınızın anahtarını kesinlikle vermeyin" yazıyordu! O zaman sana ne plakadan, modelinden? Ne bu ya, millet otelin parasını ödemeyip kaçıyor mu? Bu yüzden mi nüfus kağıdım ayrılana dek kasada tutuldu? Akşam yemeğinde üstüne basa basa belirterek çok iyi pişmiş mantarlı flaminyon ve orta pişmiş domuz pirzolası söyledik. Netice 1: Flaminyon kanlı kanlı geldi... Domuz pirzolası ise köseleden farksızdı. Geri gönderdik. Bu arada garsona müdürünün kim olduğunu yüksek sesle sordum. Biliyorum, yan masada oturuyor. Ama ilgilenme nezaketini göstermediler. Bir süre sonra yemekler tekrar geldi.
Netice 2: Flaminyon tabağını olduğu gibi mikro dalga fırına sokmuşlar. Yemeğin sosu sütün ince kaymağı gibi bir tabaka oluşturmuş. Garnitür olarak verilen pilav ise kurumuş. Buna karşılık, mecburen, yeni bir pirzola pişirmişler. Gayet güzeldi. Yani: İtiraz edersen tamam ama etmezsen; 'yersen' vaziyeti! Nişanyanlar, ya ağız tatları bozuk ya da mönüdeki cafcaflı laflara kanıyorlar. Restoranda üç saat kadar oturduk. Kısık sesle, güzel, hafif melodiler geliyordu kulağımıza. Ama... Bir, iki, üç... Dört!.. Ve beş! Evet tam beş kere aynı kaset çaldı. Bilirsiniz: Lokanta ve oteller duvarlarına bölgeyle ya da kendileriyle ilgili basında çıkan yazıları asarlar. Burada da aynı şey yapılmış. Bir de baktık: Vatan'ın 'Gece Gündüz İstanbul' sayfasında, 11 Nisan 2004'te yayınlanan, "Bugün Polonezköy'e Kaçmanın Tam Zamanı" başlıklı tanıtım yazısını kesip, asmışlar. Ama bir tuhaflık var: Yazıyı sanki Haşmet Babaoğlu kaleme almış gibi görünüyor. Ne alaka? Babaoğlu o tip şeyler yazmaz ki... Derken durumu kavradık: Aynı gün, hemen yandaki sütunda Babaoğlu'nun 'En iyiler' listesi yayınlanmış. Polka yönetimi de fırsat bu fırsat, makası öyle maharetle kullanmış ki... Liste uçmuş, Polonezköy haberini Babaoğlu yazmış gibi görünüyor. Hani ünlülerin adını kullanarak dolap çevirenler vardır ya... Bu da onun hafifiydi işte. Sabah oldu. Bakalım 'kahvaltı dahil' kişi başı 75 milyon lira ödenen otelde neler yiyecektik? Orta boy bir tabak. İçinde üç çeşit peynir, market tipi poşet içinde tereyağı. Dört tane zeytin. Benim tuhafıma giden yine poşet içinde gelen Seğmen marka baldı. Yahu, otelden 30 metre ötede, meydanda dört beş çeşit Polonezköy balı satılıyor. İnsan onlardan iki üç çeşit getirmez mi? İki dilim domates ve yine iki dilim salatalık da bir başka 'sinekten yağ çıkarma' operasyonunun sonucuydu: Bir adet domatesi ve bir adet salatalığı dörder parçaya kesip, ikişerden tabaklara paylaştırmışlar. Ortalıkta dolanmalarına rağmen yine hiçbir yöneticiyle muhatap olmadan, ödemeyi yaptık. Çıktık, evimize geldik.
Yavaş yavaş yargım kesinleşiyor: Nişanyanlar 'eyvanlı avlulara', 'tasarlanmış salaşlığa' ya da mesela 'tavus kuşlarının dolaştığı çimenlere' verdikleri önemi; denize, servise ve yemeğe vermiyor. Kıssadan hisse: Sanırım Batı'daki gibi kimliği belirsiz otel-restoran müfettişlerine ihtiyacımız var.
|