| |
|
|
Kuşkucu olmak iyidir ama işin gözünü de çıkartmayalım!
Her şeyden kuşkulanan tipler vardır. Bunlar genellikle "İyi gazeteci" olur. Bir meslektaşımız var mesela. Yıllar önce istihbarattaki arkadaşlara görev dağıtıyordu. Bir muhabire şu talimatı verdiğini hatırlıyorum: - Ünlü modacı A. defile düzenlemiş. Git o defileyi izle... O defilede neler döndüğünü, işin içinde ne iş olduğunu bul! O genç muhabir, defilede neler döndüğünü tabii ki bulamadı. Defilelerde, podyumdaki mankenlerden başka ne döner ki? Ama "İşin içindeki işler"i saptamak için, mankenlerin soyunma odasına sızıp, çıplak fotoğraflar çekmişti. Böylece işin içindeki işleri değil ama, teşhir edilen giysilerin içindekileri getirmişti gazeteye. Aslında bu kuşkuculuk, tabii sadece defilelere dönük oluşmuyor. Örneğin, Türkiye'nin iç ve dış politikasına ilişkin kuşkular da, çok yoğun. Bakıyorsunuz, 2'nci Dünya Savaşı sonrasında, Amerika ile derin bir ittifaka girmişsiniz. O zamana kadar mevcut olan ulusal savunma stratejinizi, "İttifak"ın stratejisine uyarlamışsınız. Avrupa Konseyi'ne, OECD'ye, NATO'ya üye olmuşsunuz. Avrupa Birliği'ne üyelik için başvurmuşsunuz. Amerika ile sayısız ikili antlaşmalar imzalamış, üsler vermişsiniz. Ekonominizi IMF'ye, iç ve dış ticaretinizi de, sanayinizi de Gümrük Birliği'ne endekslemişsiniz. Ve hala kuşkucu birileri, "Batı bizi bölmek istiyor" diyerek, "işin içinde ne iş var" sorusuna cevap arıyorlarsa, size gülmekten başka yapacak şey kalır mı? Veya, Cumhuriyet'i kurar kurmaz Batı'nın alfabesini, hukukunu, giysilerini ve dünya görüşünü "Devrim" olarak Türkiye'ye kabul ettiren Atatürk'ü, 21'inci yüzyılda Batı'ya karşı eylemlere bayrak etmenin ne anlamı olabilir? Hep vurguluyorum, yine tekrar edeyim. Türkiye'nin bütün "Milli mesele"leri, aynı zamanda "Uluslararası Mesele"dir. Tarihi ve coğrafi konumumuz, bizi böyle bir "Önem"e mahkum etmiş. Bir ülkenin jeo-politiği çok değerli olunca, bedeli de "Dünyalı Olmak" zorunluluğu biçiminde ödeniyor. Burada, zarif ve uygar davranıldığı ölçüde, siyasi başarı sağlanıyor. Cumhuriyet, 1'inci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu yenilip çöktüğü için kuruldu. Yani dış konjonktürün sonucudur Türkiye Cumhuriyeti. Ama biz kurduk onu. Çok partili demokrasi, 2'nci Dünya Savaşı'nda faşist cephe yenildiği ve Türkiye Amerikan-İngiliz ittifakı içine girdiği için geldi bize. Yani demokrasi de dış konjonktürün sonucudur. Ama biz başlattık çok partili demokrasiyi. "Kıbrıs'ta çözüm" de, "Güneydoğu Sorunu"nda varılan aşamalar da, "Uyum Paketleri" de, hep böyledir. Hatta "Enflasyonla Mücadele" bile, bir "IMF Projesi"ne bağımlı değil mi? Ama bunların hepsi, birer ulusal politikadır aynı zamanda. Eğer zarif ve uygar davranırsak, "DEP'lileri biz tahliye ettik" diyebiliriz.
|