| |
|
|
Kemale ermiş bir çocuk adam!..
Devletin çok önemli bir kurumunda 30 yıl görev yapmıştı. Emekli olduktan sonra da yine hareketli, sorumluluğu yüksek bir işe sarıldı dört elle. Çünkü on yıllar boyunca alıştığı hareketli, gergin çoğu kez de tehlikeli yaşantı, onu adrenalin bağımlısı kılmıştı. Emeklilikten anladığı; kucakta torun hoplatmak, çiçek böcek peşine düşmek, tertipleriyle lokallerde buluşup geçmişi yad ederek kilometre doldurmak değildi elbet. Gücü kuvveti, formu morali yerinde, tıkır tıkırdı şükür ki. Gururu da büyük Bir insanın yaşamı boyunca belki en çok bir-iki kere yaşayabileceği belalı haller, bazen bir haftada üçer beşer gelmişti başına yıllar boyu. Görevi gereği girdiği pek çok riskli, gaddar ve hoyrat olay dan kimi zaman ölüme kıl kala dönmüş, kimi zaman da ruhen ve bedenen örselenerek çıkmıştı. Bütün bunları bir kez bile kendi adına değil, hep insanımızın güveni, mutluluğu, memleketin sağlık selameti adına yapıyor olmanın gururunu da çok defa yaşadığına şükrederdi. Kim bunlar?.. Yeni işinde ise, çoğunu "dışarıdan" tanıdığı, gözlediği, tahlil ettiği insanların arasındaydı artık. Ama içeride olana iklimin çok farklı yansıdığı bir coğrafyaya geldiğini çok geçmeden anladı. Yeni girdiği bu dünyanın insanları onun hücrelerine kadar işleyen çelik disiplin, ketumluk ve ağırlık kimyasından çok farklı, bohem, çelebi, frapan, nev-i şahsına münhasır insanlardı.
Beton büst mü?.. Onları yakından tanırken de, kendisini tanıtırken de kaçınılmaz çelişkiler, darılıp kırılmalar, küsüp barışmalar, yadırgamalar oldu. Sonra kendi gözleriyle gördü anladı ki; o gargara, farfara, esnek, gayri ciddi gördüğü. Bazılarının kılık kıyafetine, saçına küpesine bıyık altından gülüp geçtiği o "meslek erbabı", iş sırasında akıllara seza biçimde canhıraş, özverili, yaratıcı, üretici görev canavarlarına dönüşüyor. Sevindi bunu anladığında. Daha tolere edici, daha sıcak davranışlara savruldu o "beton duruş". Son zamanlarda ya kınlarına "Valla ben çok müsamahakâr bir adam oldum" deyişi bundan mülhemdi... Önce epey korktum!.. Ve aynı binada, onunla aynı havayı teneffüs eden o kadrolar da anladı ki; o abus, sert, o tavizsiz, bağışlamasız duran büstün ardında sıcacık bir çocuk adam var... İşte o çocuk yürekli adamdan bir telefon geldi geçen gece. Evimde oturmuş, televizyonda oynayan bir yabancı filme dalmış gitmişken adını okudum çalan cep telefonumun üstünde. Ve ürperdim o an.
***
Hayırdır inşallah!.. Bu vakitlerde ondan telefon geldiğinde hayra alamet şeyler olmazdı genellikle. Ya bir halt etmiştim ve tatlı sert fırçasını yiyecektim ya da bir yerlerde önemli bir şeyler olmuştu ve bana haber ekmeği olarak dönecekti. - Hayırdır abi buyur?.. - Savaş... Savaş müsait misin kardeş?.. Sesinde böylesi bir titremeyi, böylesi bir hüznü ilk kez duyuyordum. Endişem daha da arttı. Yalan yok gazeteden birine bir şey oldu zannedip taşikardi oldum. - Abim hayırdır? Ne oldu çatlatma beni söyle. - Savaş İstiklal Caddesi'ndeyim ben kardeş. Yakın bir arkadaşımla bir mekândan çıkıp yürüyorum İstiklal Caddesi'nde. - Eee abi? - Ya kardeş bir de ne göreyim yürürken? Üç tane aslan gibi çevik kuvvet polisi önümde yürüyor. - Hep yürür abi. Onlar orada devriye. Ring yapıyorlar. - Biliyorum be kardeş. Ama bunlardan biri çok farklıydı çook!.. - Abi kafayı kıracam ha! Söylesene ne oldu, neydi o fark seni böyle ağlamaklı eden? - Savaş sen anlarsın bu tabloyu bilirim. O çevik kuvvet polisinin elleri arkadaydı ve elinde bir kırmızı gül tutuyordu polis delikanlı. - ??!!.. - Ben de yanına yanaştım, sesledim ona. 'Evlat hayırlı görevler. Bir şey soracağım sana; elinde taşıdığın bu kırmızı gül nedir?" dedim. Yüzü gülümsedi polisin. Bir o kırmızı güle, bir suratıma bakıp; "Karıma götüreceğim efendim" dedi. "Onları zaten çok ihmal ediyoruz. Şu ilerideki çiçekçiden 3-5 kuruş verip aldım bu gülü. Götürüp eşime vereyim ki, biraz olsun bağışlatayım kendimi..." Vay bee!.. Onun çıplak gözle görüp çok etkilendiği bu olaya aynı derecede duygulanmam mümkün olamadı ama abartılı bir şekilde "Vay bee!" çekiverdim. O ise daha da bir hüzün-sevinç karışığı yaptı sesini. Dedi ki: - Ben 30 yıllık meslek hayatımda ilk kez böylesi bir manzara gördüm ve çok etkilendim be Savaş Kardeş. Sen gönül adamısın ya, açıp seninle paylaşmak geldi içimden, haydi hoşçakal... Büyümek mi asla!.. Telefon kapandıktan sonra düştü jetonum. Bir süre öylece, yalı kazığı gibi dikilip kalakaldım ayakta. Sonra da dü- şündüm ki, herkesle paylaşmalıyım bu konuşmayı. Ve şunu sormalıyım sizlere. Bu kabil duygulardan yoksun muyuz, yoksa böyle kütük gibi görünsek de dip duygularımız itibariyle böylesi hissiyatların saklı over dozu muyuz?.. Siz... Siz ne dersiniz? Yoksa hepimizin içinde böylesi bir türlü büyümeyen; haşarı, afacan ama ille de duygu topiği bir çocuk mu gizli ne? Peki böylesi bir çocukluk içimizde yatıyorsa eğer, büyümeeek, büyümek, kemale ermek niye?..
|