| |
AK Parti kendini ayağından vurur mu?
Türkiye Cumhuriyet tarihinin en kritik yıllarından birini yaşıyor. AB'nin aralık ayı zirvesi kaderimizi belirleyecek. Bu zirvede müzakerelerin başlaması için en büyük engellerden biri olan KKTC'de muhtemelen "Evet" çıkacak. Bu hem Türkiye'yi, hem KKTC'yi rahatlatacak. "Hayır" oyu vermeleri halinde de Rumlar'ın yaşamı zorlaşacak. Gene, zirvede olumlu sonuç elde edilmesi için, Kopenhag Kriterleri'nin gereği olan anayasanın on maddesi mayıs sonuna kadar değişecek. Ayrıca yeni yasa, yönetmelik ve tüzük değişiklikleri için de hummalı bir çalışmaya ihtiyaç var. Bunların hepsini haziran sonuna yetiştirmek gerekiyor, çünkü haziran AB Zirvesi'nin alacağı kararı derinden etkileyecek olan "İlerleme Raporu"nun yazılmaya başlanacağı ay. AB ilişkilerinin siyasal bacağında görünürde şimdilik bir terslik yok... AK Parti Hükümeti AB istikametinde ciddi bir performansla ilerlerken bu çabalara en büyük desteği sürekli bir şekilde iyileşmeye devam eden ekonomik göstergeler vermekte... Bu gelişme, 2001 yılında yaşanan büyük kriz sonunda yürürlüğe konan istikrar programından ve IMF ile imzalanan "Niyet Mektubu"ndan kaynaklanıyor. AK Parti Hükümeti zaman zaman sağa sola savrulsa da, ekonomik aklın gereklerini yerine getirmeye devam etti. IMF İcra Direktörler Toplantısı 7. gözden geçirmeyi onaylayıp, 500 milyon dolarlık kredi dilimini serbest bırakmak için dün toplandı. Hemen ardından da, hükümetin hala yapmadığı "yapısal reformların" daha ağırlıklı olduğu, 8. gözden geçirme çalışmaları başlayacak. 2004 yılında da, IMF ile yapılan Stand-by Antlaşması son bulacak.
IMF ile yapılan anlaşmanın son bulacağı tarih yaklaştıkça da, AK Parti'nin icraatlarının temel güvencesini sağlayan ekonomik istikrar konusunda tereddütler artıyor. Türkiye, siyasal rant peşinde koşarak geçinmeye alıştığı için, ekonomik aklın gereğini öneren hiçbir odağa sempati ile bakmıyor. Üreten, rekabet eden ve kozunu piyasada paylaşan bir toplum oluncaya kadar da bu böyle süreceğe benziyor. AK Parti Hükümeti de zaman zaman ikilem içinde kalıyor. Bir yandan aklın gereği, öte yandan dibe vurmuş olmasına rağmen, devlet olanaklarının artıklarını ele geçirmeye çalışan bir siyasal avantacılık. Türkiye'deki mevcut düzeni eleştirmek yerine, yönetimin ekonomiyi batırması nedeniyle muhtaç kalınan IMF'yi günah keçisi ilan etme kolaycılığı AK Parti'de de yankı bulabiliyor.
Çarşamba günkü Sabah gazetesinde, "IMF, devlet içinde devlet oldu" başlığıyla, Maliye Teftiş Kurulu'nun, hükümetin isteği ile IMF ertesinde izlenecek politikaları saptamaya yönelik olarak hazırlanan bir rapor yer aldı. Rapor, IMF sonrası "alternatif model"i belirlemek için kaleme alınmıştı... Gazete, rapordaki, önerileri "IMF olmadan yola çıkmanın yedi koşulu" olarak özetlemişti... Bu yedi öneri, Merkez Bankası'nın özerkliğini ortadan kaldırmaktan, döviz işlemlerinin sınırlandırılmasına, Gümrük Birliği'nde revizyondan Döviz Tevdiat Hesapları'nın yüksek oranda vergilendirilmesine kadar, piyasa ekonomisinin işleyişini bozacak, daha da vahimi, ekonomik güveni alt üst edecek bir zihniyeti içeriyor... Türkiye, gerçek bir piyasa ekonomisi olabilmek için çok daha radikal atılımlar yapmak zorunda iken, bürokrasi içe kapanmacı bir alternatifi gündeme getiriyor...
AK Parti, IMF alerjisini abartır, bunun "ekonomik aklın" gereği olduğunu reddeder, hele hele Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu raporunda önerilen içe kapanmacı, piyasa ekonomisinden sapan bir yola yönelirse, kendini ayağından vurur. Şu anda, AK Parti'nin AB istikametindeki çok olumlu icraatı, ekonomik alandaki iyileşmelerle birlikte yürüyor. Ama bu çok temel sağlık problemleri olan bir hastanın günlük yaşamını daha rahat idame ettirmesinden öte bir durum değil. Güven ortamının bozulması halinde ağır bir ekonomik kırılganlık tehlikesi her an var.
AK Parti, liberalleşmenin siyasal bacağını AB istikametinde götürürken, ekonominin liberalleşmesinden taviz veremez. Verirse ağır bir topallamaya uğrar... Tökezlemesini bekleyen statükocular cephesinin ekmeğine yağ sürmek istemiyor ise, istikrarı IMF ertesindeki ekonomik politikaların derin endi- şeler uyandıracak tehlikeli geri dönüşlerinde değil, yapısal reformlarda aramasında fayda var.
|