| |
Laikliğin teminatı AB değil mi?
ON saniyelik 5.1 ölçeğinde bir deprem neredeyse sürekli olarak insanını sarsıntıya kurban veren Erzurum köylerinde bu kez de dokuz kişiyi yuttu, kırk altı kişiyi de yaraladı. Depremin merkez üssü Çat ilçesine bağlı köyler harap olurken, ilçenin kamu binalarında da çatlaklar oluşuverdi. İnsanlarımızı depreme karşı koruyacak bir kalkınma düzeyi yakalayamadığımız gibi kamu ihale yasalarıyla hırsızlığı da önlemediğimiz için, depremler karşısındaki toplumsal hezimet devam ediyor.
*** Dün sabah televizyonlar, harabeye dönen Erzurum köylerindeki durumu yansıtırken, uzun süredir devam eden Birtan Altunbaş'ın işkence ile öldürülmesi davasının da bittiğini bildirdiler. İşkenceci polislerin her biri 4.5 yıla mahkum oldu. AB'nin ve ABD'nin baskısı olmasa, işkencecilerin yargılandığı dava zaman aşımına uğrayacak ve düşecekti. Türkiye'de bugüne kadar işkence davalarının çoğunluğu zaman aşımına uğratılıp düşürüldü, düşürülemeyenler ise infaz indirimine tabi tutuldu. Henüz on saniyelik depremlerle bile başa çıkamayan, sarsıntıda ilk önce resmi binaları yıkılan, yargı konusunda yetersiz, ağır sorunları olan bir toplum, sabah akşam bu konuları konuşur, bunları nasıl aşacağını düşünür sanıyorsunuz... Bizde tam tersi oluyor... Bireyi, insanı, vatandaşı gözetmeyen mevcut rejim ve kötü yönetim tartışılmıyor. "Laiklik-şeriat" tatavası altında "iktidar mücadelesi" yapılıyor.
*** Yarın tüm Türkiye, 3 Kasım'ın ardından yeniden siyasal tercihini tazeleyecek. AK Parti iktidarından rahatsız olanlar ise hep aynı türküyü çağırıyor: "Laiklik elden gidiyor." Eğer "Laik" geçinenler, askeri bir zihniyetin safında cephe tutmamışlarsa, bugünkü iç sömürge mantığıyla yönetilen Türkiye'nin insanının zenginleşmesini ve özgürleşmesini istiyorlarsa, laikliğin de teminatı olan AB sürecine daha samimiyetle taraf olmaları gerekmez mi? Laiklik hassasiyetinin en sağlıklı güvencesi olarak AB'yi görmeleri beklenemez mi?
*** Bizde "laiklik" diye bağıranlar, depremlerin insan yutmasına aldırmıyor... İşkencecilerin yargılanamamasına karşı çıkmıyor. "Laik" darbeler sırasında bankaların en büyük soyguna uğraması ve darbecilerin o banka yönetim kurullarında görev almasını onur sorunu yapmıyor. Üretimsizliği tartışmıyor. Yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği en büyük tehlike sayılmıyor... Bilimsel hırsızlığa hoşgörü göstermek de, laik olmanın neredeyse ön koşulu haline getiriliyor. "Demokratik cumhuriyet" özlemi yerine "laiklik" vurgusu ile yetinenler, garip bir biçimde AB karşıtı asker-sivil bürokrasinin mevcut statükoyu korumasının amigoları olarak ortaya çıkıyor. Yoksa, AB sürecinin en titiz ve özenli müfettişleri olur, bu yönde ciddi ve kararlı adımlar atan AK Parti'yi o süreçte denetler, gerekirse eleştirirler...
*** Yarınki seçim aynı zamanda bir referandum olacak... AB'yi isteyenler ile çeşitli bahaneler uydurarak cumhuriyetin demokratikleşmesini, halk yığınlarının bu ülkenin efendisi olmasını hazmedemeyenler arasında bir referandum... Siyasi partilerin AB konusundaki tavrını bakalım halk nasıl değerlendiriyor? Seçim sonuçları bize bunu gösterecek.
|