Cehennemin kapıları
Hiç kuşku yok ki Pazartesi, Hamas'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'i öldürmeye karar verenler stratejik olarak çok akıllıca bir iş yaptıklarını düşündü. Gelecek tepkilerin, hatta başta İsrail vatandaşlarına yönelik azacak şiddet ve terörü de bu uzun vadeli stratejik hedef için kabul edilebilir bir bedel diye düşünmüş olmalılar. Her neyi amaçlamış olurlarsa olsunlar İsrail hükümetinin Filistinliler'le çatışmalarını bu olayla farklı bir boyuta taşıdığı anlaşılıyor. Bir bakıma bir milliyetçilikler çatışması olan ve iki tarafın da kendi meşruiyetlerini milliyetçi özlemlerinden aldıkları Filistin-İsrail çatışması artık tam da Şeyh Yasin'in istediği noktaya gelmiştir. Şeyh Yasin ve çevresindekiler, Filistinliler'in İsrail işgaline yönelik direnişini, bağımsızlık mücadelesini ve terör eylemlerine yönelişini milliyetçi değil dini bir söylemle açıklıyordu. Onlara göre mesele bir din savaşı çerçevesinde anlaşılmalıydı. Siyasi bir lider olduğu gibi, dini bir kimlik de taşıyan Yasin'in öldürülmesiyle İsrail hükümeti de çatışmayı artık bu düzlemde kabul ettiğini vurgulamıştır. Dünyanın bugünkü konjonktüründe ise böylesi bir durum çatışmanın da dünya ölçeğinde olacağına işaret eder. Bu karar neden alındı? Herkesin beklentisi başta İsrail'in içindeki terör eylemlerinin artması ve savunmasız sivillerin ölmesi olduğuna göre de İsrail hükümetinin neden bu kararı aldığını anlamaya çalışmalı. Şiddetin dozunun artacağını bildiği halde Şaron ve şürekasının bu eylemi gerçekleştirmelerinin önemli bir sebebi, İsrail'in Gazze'den tek taraflı olarak çekilme kararıdır. Kararın tek taraflılığı Filistin-İsrail çatışmasında çözümün müzakerelerle değil yalnızca İsrail'in tercihleriyle gerçekleşmesinin istendiğinin habercisidir. Karşısında inanacağı, güveneceği, barışçı bir Filistin tarafı olmadığına inanan, Şeyh Yasin ve örgütünün söylemindeki kinden ve maruz kaldığı şiddetten ürken İsrail toplumunun çoğunluğu da Şaron'a güvenmemesine rağmen bu tavrı reddetmiyor. İsrail'in politikaları neticesinde Filistin'deki barış yanlılarının seslerini çıkarabilecek durumları kalmadı. Bu durumda İsrail Genelkurmay Başkanı'nın uyardığı gibi Arafat'ın veya Hizbullah liderliğinin de cinayete kurban gitmesi şaşırtıcı olmaz. Filistin yönetimi fiilen çökmüştür. Canlandırılması da hemen hemen imkansızdir. Bu siyaset sürdüğü taktirde, Filistinliler lidersiz kalmanın tüm sıkıntılarını yaşayacak, Filistin'den kaçanların sayısı da artacaktır. Şaron ve hükümetinin bağımsız Filistin'den anladığı ise, o meşum duvarla bölünmüş, ayakta kalabilmesi çok zor parçalanmış bir Filistin'dir. Şaron barış adamıymış! Yazık ki İsrail'deki bu delice gidişe dur diyebilecek iki güçten biri, İsrail'in barış yanlısı kamuoyu son üç yılda çok zayıflamıştır. İntifada'nın gidişatı, Arafat'ın ikiyüzlülüğü, sivillere yönelik terörün boyutları barış blokunu nefessiz bırakmıştır. İkinci güç olan ABD'de ise yönetim tüm sorumsuzluğuyla seçim sonrasına kadar Filistin-İsrail meselesine dokunmama kararı vermiştir. Dahası Bush, inanılmaz şekilde "bir barış adamı" diye tanımladığı Şaron'a tam destek vermekte. Tüm bunların ABD'nin Ortadoğu'da görmeyi istediğini söylediği düzenin kurulmasına zerre katkısı olmayacak.
*** Tayyip Erdoğan ile Türkiye'de yerel yönetimden gelen siyasetçilerin ulusal yönetime geçme eğiliminin başladığı söylenebilir. Yerel seçimler bu bakımdan da yani özellikle CHP'de yeni önder kişiliklerin öne çıkması açısından da önemli. Seçimlerin kritik illerinden İzmir, Türkiye'deki tüm özgürlükçü ve yenilikçi hareketlerin beşiği olma niteliğiyle AKP'nin de tüm gücüyle asıldığı ve kendine mal etmeye çalıştığı bir kent. Kentin başarılı Belediye Başkanı Ahmet Priştina'nın yeniden seçilmesi bu nedenle hem geleceğin bir liderinin tanımlanması, hem de Türkiye'de muhalif bir siyasetin mümkün olacağını göstermesi açısından önemlidir.
|