Sonun başlangıcı?
Olayların akışına bakıldığında ortaya giderek netleşen bir tablo çıkıyor aslında. Bush yönetiminin, dünyaya ABD'nin dar çıkarlarına göre ve tektaraflı şekil verme hevesi boşa çıktı. Büyük Ortadoğu Projesi gerçek anlamda yankı bulmadı. Üstelik proje hiç değinmediği İsrail-Filistin çatışmasındaki son tırmanmanın da altında kalacak. ABD, Irak'ta artan şekilde BM'ye yaslanma zorunluğunu duyuyor. Irak'ın siyasi geleceğinin şekillenmesinde kimsenin görüşemediği bir dini liderin dudaklarının arasından çıkacaklar, ABD'nin planlarının çerçevesini belirleyecek. Clinton döneminden beri şekillenmekte olan bir stratejik görüşü, akıllara sığmayacak bir küstahlıkla, uzman ve müttefik görüşü dinlemeden uygulamaya koymanın bedeli de ortaya çıkıyor. ABD hegemonyasını korumaya yönelik Clinton uygulamalarına çok ses çıkarmayanlar, Bush döneminde karşılaştıkları kibire büyük tepki veriyor. Türkiye için kaçınılmazdı AB, Fransa-Almanya ekseni üzerinde yeni bir stratejik perspektifi detaylandırarak tanımlamaya başlıyor. Bu bağlamda Almanya'daki Kızıl-Yeşil koalisyonunun Türkiye ile müzakereleri başlatmaya neden daha sıcak baktığı anlaşılıyor. Özellikle Joschka Fischer'in 6 Mart'ta FAZ gazetesine verdiği mülakat bu bakımdan önemli bir kaynak. İspanya'daki terör eylemleri ve Şeyh Yasin'in İsrail tarafından öldürülmesi de kendi Ortadoğu stratejisini netleştirme gereğini AB'nin önüne koyuyor. Böylesi bir zorunluluk, Bush yönetiminin en yakın müttefiki Britanya'nın bile Filistin-İsrail meselesinde çok farklı politikaları daha enerjik şekilde desteklemesi sonucunu verir. Türkiye ise zaten ABD'nin bir Ortadoğu projesi olmasaydı bile bölgenin geleceğini çok ciddi olarak düşünmek ve yeni konjonktüre göre politikalar üretmek zorundaydı. Bu bakımdan da AB ile benzer bir dalga boyutu yakalayabilir, yakalamalıdır. Bunlar aslında giderek yoğunlaşan bir tartışmanın ögeleri. Atlantik ötesi ilişkilerin geleceğinin ne olacağı üzerinde artan sayıda tartışma ve çalışma yapılıyor. ABD içindeki Atlantikçiler kadar, Avrupa'daki düşünce kuruluşlarında da sürekli fikir üretiliyor. Türkiye açısından olumlu bir gelişme, özellikle Alman düşünce kuruluşlarının Türkiye'yi de giderek Atlantikötesi ilişkiler bağlamında değerlendirmesi. Dayatma yerine rıza Atlantikötesi ilişkilerin kopması zor. 2.5 trilyon dolarlık ticaret hacmi bile ekonomik bağların ne denli güçlü olduğunu gösteriyor. Ancak kuşku yok ki, bir dizi zorlu konuda yeni mutabakatlar sağlanması gerekiyor. Bu da ancak diyaloğa açık ve dayatma yerine rızayı öne çıkaran bir ABD yönetimiyle mümkün. Son günlerde ABD'deki 11 Eylül komisyonunda ortaya çıkan gerçekler, Clinton ve Bush dönemlerinde terörle mücadeleyi yürütmüş Richard Clarke'ın kitabı ve konuşmaları bu bakımdan büyük önem taşıyor. Yönetimin yalancılığını birinci elden bilen ve teşhir eden Clarke gibiler çoğaldıkça bu yönetimden dünyayı kurtarabilme ihtimali de artacaktır.
|