Seçimin yansımaları
Türkiye sandık başına giderken Washington'u asıl meşgul eden konu, AKP'nin yüzde 45 ya da 50 ile yerel seçimleri kazanması değil, İsviçre'de süren Kıbrıs müzakereleri. Haftasonu Abdullah Gül'ün beklendiği gibi Colin Powell'ı aramasıyla, zaten dakika dakika müzakereleri takip eden ABD, müzakerelerin içine daha da girmiş oldu. Powell'ın etkisini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Seçimlere dönersek, AKP'nin parmak ısırtan galibiyeti dışında Washington bu hafta büyük bir sürpriz beklemiyor. Genel hatlarıyla ABD yönetimi, Türk kamuoyunda da satır aralarında ifade edilen muhalefetsiz mutlak iktidar düşüncesinin bir demokrasi için sağlıklı olmadığının farkında. "Her sağlıklı demokraside muhalefete ihtiyaç var" diyor bir yetkili. Baykal'a mercek Buna karşın, Washington'da kimse Deniz Baykal liderliğindeki CHP'ye göz yaşı dökmüyor. ABD başkentinde Irak tezkeresi öncesi ve sonrasında CHP'nin bilinçli bir Amerikan düşmanlığı söylemi tutturduğu ve Türkiye'nin temel meselelerinde yapıcı muhalefet yapamadığı izlenimi var. Önümüzdeki dönemde ilgiyle izlenen CHP'nin yüzde kaç aldığı değil, yerel seçim sonuçlarının Baykal'ın partideki geleceğini nasıl etkileyeceği. Washington'da Türkiye ile ilgilenen hükümet dışı gözlemciler ise, yerel seçimler sonucunda doğabilecek mutlak iktidar senaryosuna resmi çevrelerden daha hassas gözüküyor. Bazı kesimlerde AKP'nin devasa seçim başarısının, Başbakan Erdoğan'ı tabandan gelebilecek İslamcı taleplerin tatmini konusunda "cesaretlendirebileceği," bunun da Türkiye'de bir süredir gündemden düşen İslamcı-laik kavgasını bir kez daha alevlendirebileceği analizi yapılıyor. Bu kaygıyı en net biçimde dile getiren Washington Institute araştırmacısı Soner Çağaptay, analizinde "AKP'nin küçük ama sesli İslamcı seçmeni, Erdoğan'ı partisinin laiklik konusunda uzlaşmacı tavrını bırakıp yerine kutuplaşmayı seçmesini isteyebilir" diyor. Çağaptay analizinde Erdoğan'ın başörtüsü konusunda "laik blok"la hesaplaşma yoluna gidebileceğini söylüyor. Diğer analizlerde de AKP adaylarının yüzde 80'inin Milli Görüş kökenli olduğu saptaması yapılıyor. Bu senaryo gereksiz ölçüde negatif görünüyor. Erdoğan şu ana kadar gizli bir tabanı olan lider değil merkeze oynayan lider olarak yönetmeye çalıştı Türkiye'yi. "İslamcı" diye tanımlanan AKP'nin çekirdek tabanının siyasi zıtlaşma yerine daha yumuşak bir evrim istediği de ortada. Ayrıca başörtüsü meselesini Türkiye'de herkes tatlıya bağlamak istiyor. AKP tabanı derseniz, bence bu kitlenin tatmin olması için ille de hükümetin başörtüsü konusunda devasa bir hukuki adım atmasına gerek yok; şu an için Laura Bush ve Emine Erdoğan'ın yanyana resimlerini görmeye, Emine Erdoğan'ın hazirandaki NATO zirvesinde Başkan Bush onuruna verilecek resmi yemeğe katılmasına razılar. Şaron'a bakış... Washington'da Türkiye'yle ilgilenen çevrelerdeki bir diğer yanlış yargı da seçim sonuçlarının Erdoğan'ın Kıbrıs gibi dış politika konularında daha kolay taviz verebilecek biçimde elini güçlendireceği. Oysa Erdoğan, zaten şu ana kadar Türk dış politikasında radikal açılımlar yaptı. Tam tersine seçim galibiyeti Erdoğan'ın elini dış politikada uzlaşıya muhtaç olmaktan çıkarabilir. Kıbrıs'ta varılacak anlaşmaya göre önümüzdeki dönem hükümetin dış politikada farklı bir rota izlemesini beklememek lazım. Bir istisna dışında. AKP'nin İsrail'de Şaron hükümetine herhangi bir yakınlık hissetmediği gerçeği, Hamas lideri Şeyh Yasin'in öldürülmesiyle ilgili Ankara'da yapılan resmi açıklamalara da yansıdı. İki ülke arasında gittikçe soğuyan bir dostluk var. Ankara, Arap dünyası içindeki imajına eskisinden daha fazla önem veriyor. Bu iki trendin artmasını beklemek yanlış olmayacaktır bence...
|