|
Barbarların istilası
İSMAİL HAKKI POLAT ismailp@sabah.com.tr
Bugünlerde yeniden gösterime giren "Barbarların İstilası" filmi, günümüz dünyasının insan ilişkileri üzerine bir başyapıt. Filmde, Londra para piyasalarının hırslı ve 'başarılı' küresel tüccarı Sebastien'in, annesinden gelen telefonla Montreal'deki babasının ölüm döşeğinde olduğu haberini almasının ardından 'işe güce ara verip' Kanada'ya gelişi ve ömrü boyunca geçinemediği aksi, kadın delisi ve sosyalist babasını son günlerinde mutlu etmek uğruna verdiği 'akıl almaz' mücadele konu ediliyor. Senaryosu insan ilişkileri üzerine ders niteliğinde öykücüklerle desteklenen filmin çarpıcı sahnelerinden birinde genç adam, babası ve yakın dostlarıyla gittikleri sahil evindeki bir gecede, kamp ateşinin kenarında çocukluk arkadaşı Natalie'yi görür. Belli belirsiz ilgi duyduğu bu 'uçuk kaçık' kızın yanına oturduğu anda cep telefonu çalar. Arayan müşterilerinden biridir. Londra'daki işlerini 'uzaktan' idare etmeye alışık Sebastien, tam müşterisiyle hararetli bir iş tartışmasına girecekken, Natalie birden cep telefonunu kapar ve ateşe atar. Telefon, müşterinin "Sebastien!" bağırışları arasında ağır ağır yanarken 'uçuk' kız gülümsemektedir! Günümüz iletişim araçlarının olumsuz etkilerini betimleyen bu çarpıcı sahne, izleyiciden de içinde bulunduğu ortamı sorgulamasını talep ediyor. Heryer medya, herkes medya! Bu düşünceler içinde sinemadan çıktığımda, dışarıda filmdeki sahnenin ötesi bir manzara; yaklaşan seçimler nedeniyle elime bröşür tutuşturmaya çalışan partililer, caddelere, binalara asılmış afiş ve posterler! Arabaya binip radyoyu açtığımda çoğu kanalda seçim tartışma ve reklamları, yanımdan geçmekte olan muhtar adayının hoparlöründen gelen 'müziğe' karışıyor. Evde gazetelerin içinden dökülen kalın icraat-vaat kitapçıklarından TV'lerde süren amansız tartışmalara, İnternet sitelerine verilen ilanlardan cep telefonlarından verilen seçim sonuçlarına kadar bir bilgi kirliliği. Ve bunun ardından, kime oy vereceğini bilemez, yorgun ve nihayet 'boşvermiş' bir ruh halinde sandık başına giden kitleler...
Huxley ile Orwell arası bir yer Yerel seçim örneğine benzer birçok ticari vaka da eklediğinde, her türlü medyanın artık "sosyal ve kültürel iletişimin aracı olma" işlevini kaybederek ticari ve siyasal manipülasyon araçlarına dönüştürüldüğünü ve bunun sonucunda bireylerin marka ve haz düşkünü uyuşmuş birer izleyici konumuna itildiği görülüyor. Kitleler tarafından miskin bir ifade ile izlenen bu manipülasyonlar, geleneksel medya araçlarının ötesine geçip yeni yaratılan her medyayı da arsızca istila etmeye başladı. Aldous Huxley'in 1932 tarihli "Cesur Yeni Dünya" romanında ortaya attığı 'bilgi bombardımanı altında seçiciliğini kaybetmiş ve sürüklenen dünya toplumları' kehanetinin eşiğindeyiz sanki. Kuşkusuz yaşadığımız bu dönemde, totaliter bir 'sosyokültürel' içeriğin pompalandığı George Orwell'in "1984" dünyasını da düşlemiyorum. Ama ikisinin arası hakkaniyetli bir kıvamın bulunabileceği inancındayım. Açıkçası, gelinen bu noktada medya sahiplerinin aşırı rekabetçi ortam nedeniyle yaptıkları hatalarla birlikte ticari ve siyasi güçlerin aşırı agresifliği ile sosyal ve kültürel oluşumların pasifliğinin de payı olduğunu düşünüyorum. (Asmalı Konak dizisinde son bölümün başa, sona, ortaya ve araya giren reklamlar nedeniyle izlenemez hale gelişini hatırlayın. Ya da geçen seçimlerde cep telefonunuza gelen sayısız siyasi propaganda mesajlarını!!) Bu noktada bir birey olarak medya sahipleri ile medyayı sosyal, kültürel, siyasi ve ticari amaçlarla kullananlardan, ortak çıkarları etrafında biraraya gelerek 'izlenebilir bir medya' için yeni yöntemler geliştirmelerini bekliyorum. İşe, duyguları örselenmiş ve duyarsızlaşmış bizlerin gönlünü alacak bir dizi sosyal sorumluluk projesiyle başlamak, bence herkesin şevkini arttırır. Ben yerel seçimleri,bu 'barbar istilası'na bireysel tavrımı koymak adına bir vesile olarak gördüm ve oyumu (siyasi tercihimden bağımsız) en az gürültü yapan, en sakin adaylara verdim!
|
|
|
|
|