| |
|
|
Avrupa'nın en güzel otelinde bir öğle yemeği..
Önümde bir tatlı tabağı var.. Var da içindeki tatlının ne olduğunu anlamaya imkan yok.. Yemeğin üzerine gelmese "tatlı" yerine koymazsınız zaten.. Soruyorlar.. Görünüşüne bakıp, "salatalık jölesi" desem mi? Yoksa susmayı mı yeğlesem.. Giancarlo yanımızda, bilmecesinin yanıtı bekleyen çocuklar gibi heyecanlı.. Yerinde duramıyor.. Bu kabak.. Bildiğimiz yeşil sebze kabak.. Onun reçeliymiş! Aksesuarı da peynirli bir krem.. Kabak ve peynirden tatlı yani.. Eşit miktarlarda krem peynir, Türkiye'de labne, krema ve sütü çırpınca elde ediliyormuş.. İki yaprak taze naneyle süslenmiş.. Giancarlo, Türkiye'deki kabaklarda şeker oranı dışarıdakilere göre daha yüksek olduğundan, daha az şekerle pişirdiği bu reçelin yapımı üç gün istiyor.. Kabakların dağılmaması için, her seferinde reçel kaynama kıvamına geldiğinde ateşten almış, soğutmuş, sonra yeniden ateşe koymuş.. Enfes.. Kabak tabii ama enfes.. Daha önce tattığımız öteki yemekler gibi.. Giancarlo Gottardo, Avrupa'nın en iyi, dünyanın en iyi ilk on otelinden biri olduğu tescillenen Four Seasons Sultan Ahmet'in Sicilyalı şefi.. Otuz yaşında ya var ya yok! Kendisini bildi bileli de mutfakta.. Annesi, ayaklarının altında dolaşmasın diye, onu dayısının dükkanına aşçı yamağı olarak vermiş.. Yıllar yılı diğer işçiler bir çalışırken, dayısı Giancarlo'yu on çalıştırmış.. Ama sonunda aşçı gömleğine imzasını atıp, yeğenini mezun etmiş.. "Gece yarısı yorgun bitkin eve dönerken üzerime sinen yağ ve yemek kokularından sokak köpeklerinin saldırısına uğrardım" diye anlatıyor.. İstanbul'a gelir gelmez, ilk işi kasabı, manavı, bakkalı ve Osmanlı Mutfağı'nı araştırmak olmuş.. Balık pazarında sabahın erken saatlerinde satışa çıkan üç kasa balığın içinden sadece üç adet balık seçecek kadar titiz.. Ama pek çok yabancı şefin aksine, yemeklerini, Türkiye'de bulduklarıyla pişirecek kadar da rahat.. Mönü İtalyan ağırlıklı ama Türk spesiyaliteleri de var.. Biz, yemeğe karamelize kırmızı soğan ve sarımsaklı bir ordövr tabağıyla başladık. Ardından bizim ağız tadımıza çok uygun, nefis bir "penne arabiata" (sosu, domates, biber, sirke, soğan, zeytinyağ ve çeşitli taze otlarla yapılan makarna), ardından da Urfa'nın ünlü Meftune'sini anımsatan bir patlıcan yemeği yedik.. Bulgur pilavı, der geçeriz.. Bu kadar mı güzel yapılır? Kuru değil. Kıvamında nemli, ama yapışık lapa değil, tane tane.. Masada Güven Osma var.. Tanıdığım en iyi gurmelerden biri.. Hıncal Ağabeyim var.. Dünyanın en tutucu damağı.. Hiç ödün vermez.. Gözünün kesmediği yemeği tattıramazsınız bile.. Ünal var.. Four Seasons'ın çok başarılı genel müdürü Marcos Bekhit var.. Oteldeki tüm çalışanlarla tam bir takım yaratan.. Hepimizden Giancarlo'ya yıldızlı on.. Yolunuzu o tarafa düşürün.. Müthiş yemekleri tadın.. Sultan Ahmet Cezaevi'nden dünya çapında bir otele dönüştürülen bu ilginç yapıyı gezin.. Duvarlardaki resimlere dikkat edin. Tercihan bir cuma günü öğleyin gidin.. Hele hava iyiyse, bahçede oturun.. Önce ilk ezan sesini duyacaksınız.. Birkaç saniye sonra öteki camiden bir başka ezan sesi daha.. Derken, bir tane daha.. Bir tane daha.. Özellikle mi böyle düzenlenmiş yoksa tesadüf mü? Bilmiyorum.. Civardaki dört camiden dört ayrı ezan sesi.. İkişer saniye arayla.. Ezan kanonu.. Ezan şöleni.. Cezaevinin yüksek duvarlarında yankılanıyor. Anlatmak yetersiz, yaşamak gerek.. Kendinizi güzelliklere bırakın.. Bırakın, sizi bildikleri gibi ağırlasınlar, şımartsınlar..
|