Washington sonrası
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yüksek tempolu Amerika seferinin parlak anları, çok kereler yazıldı. Bunları tekrar sıralamanın anlamı yok. Ama yine de Erdoğan'ın ABD Başkanı George Bush'la iyi bir ilişki kurmuş bir lider olarak dönüyor oluşu, karizması, açık sözlülüğü ve getirdiği mesajın içeriğiyle karşısına çıktığı toplulukları etkilediğini bir kez daha tekrarlayalım.
Erdoğan'ın gezisinin son ayağı Harvard'da tıklım tıklım bir salonda yaptığı konuşma, ne şu ana kadar bir Türk başbakanı ne de bir Müslüman liderin telaffuz etmediği cinsten taze ve devrimci düşünceleri içeriyordu. Global anlamda Amerikalılar'ın karşısında yepyeni bir fenomen var.
İslam dünyasında reform ve demokratikleşme çağrısı yapan Erdoğan, belki de bu çıkışları yapacak kredibiliteye sahip tek siyasetçi. Bir ABD'li yetkili, Erdoğan'ın Beyaz Saray dakikalarını anlatırken, Başbakan'ın Kıbrıs'tan, Ortadoğu'da demokratikleşmeye kadar sergilediği tavrı 'Too good to be true' (İnanılmayacak kadar iyi) diye anlatıyordu.
Bir diğer Washington kurdu ise telefonda 'Son on yıldır buraya bir Türk başbakanı ilk kez eli bu kadar güçlü geliyor. İlk kez Türkiye ve ABD eşit statüde masaya oturuyor' diyordu. ABD başkentinde yapılan genel değerlendirmeye göre, geçmişte Türk-Amerikan ilişkilerinin Sovyetler ya da Saddam'ı kontrol etmeye dayalı 'askeri' ittifaklardı. İki ülke bundan sonra daha sivil ve köklü ortaklıklar kurma şansına sahip. Demokratikleşme, Kıbrıs ve Avrupa konusunda örtüşen vizyonlar da bu açıdan önemli.
Haksızlık etmeyip tarih verin Ama tabii unutulmasın ki atmosferin bu kadar 'tatlı' olmasında ortada kritik ve ivedi bir stratejik işbirliğinin olmayışı, ABD'nin Türkiye'den büyük askeri taleplerinin olmayışı da etkin. Ortada bir al-ver yok. Stratejik değil siyasi projeler var.
Bir de Washington'da hâlâ ekim ayında Türk askerini reddetmiş olmanın suçluluk duygusu var. Şimdi de daha serinkanlı biçimde gezinin altbaşlıklarına bakalım. Kıbrıs konusunda Türkiye, Washington'dan bir destek sözü aldı. Ama tam beklediğini alabilmiş değil. Colin Powell devreye gireceğini söyledi. Ama Ankara'nın istediği şekliyle yeni bir insiyatif ya da modalite yok ortada.
Diplomaside çözüm için bastırmak, 'kararlıyız', 'yoğun temaslar' 'bir an önce' gibi ifadeler kullanmayı gerektirir. Bu hafta ne Bush ne de Powell bu sözleri kullandı; daha ziyade işlerin gidişatıyla ilgili 'memnuniyet' ifade ettiler. Powell, mizaç itibariyle aşırı temkinli biri. Kıbrıs'ta devasa bir görev devralmak ya da beklentileri fazla arttırmak istemiyor. Washington açısından Kıbrıs çözülürse ne ala, çözülmezse de Bush yönetiminin dış politikada hanesine bir eksi olarak yazılmayacak.
Bu yıl çok parlak başladı Buna karşın Washington'un Kıbrıs konusunda yaptığı çok önemli başka bir şey, bir yetkilinin değimiyle 'Topu Rum kesimine atmak' oldu. Bush-Erdoğan görüşmesi hâlâ sürerken bir Beyaz Saray sözcüsü çıkıp 'Erdoğan Davos'ta büyük adım atmıştır. Artık Rum kesimi de buna cevap vermelidir' dedi. Bu sözlerle ABD dünya kamuoyuna Türkiye'nin 'üzerine düşeni yaptığını' tescil ettirmiş oldu.
Bu, yıl sonundaki Avrupa Birliği kararına yönelik bir hazırlık. Kıbrıs şu ya da bu sebepte çözülemezse, Washington Avrupalılar'a dönüp "Ama Türkler ellerinden geleni yaptı. Karşı taraf yanaşmadı. Türkiye'ye haksızlık etmeyip tarih verin" diyebilmek istiyor. Washington'daki Türkiye gözlemcilerinin kafasından zaman zaman Erdoğan hükümetinin Kıbrıs ve AB konusunda beklentileri fazla yükselttiği, son aylarda IMF programında yaşanan sapmalar ya da memlekette AKP'ye karşı herhangi bir muhalefet olmayışının uzun vadede sağlıksız olduğu gibi kaygılar olsa da, şu anda herkes derin bir 'oooh' çekmiş durumda. Demek ki o kadar da kötü değilmiş işler! 2004 yılı Türk-Amerikan dostluğu açısından parlak başladı.
|