Yeni misyon
Abdullah Gül'ün bir haftaya sığdırdığı diplomasi trafiğinin mantığını anlamak zor değil. Dün sabah Tahran'da uyanan Dışişleri Bakanı, hafta başında Suriye liderini ağırladı, haftasonu Bakü'ye gitti, sonra soluğu Tahran'da aldı. Sırada Rusya ziyareti ve tabii Kıbrıs'ta çözüm çabaları çerçevesinde ister istemez Yunanistan'la daha kalıcı bir dostluk imkanı var. Birkaç yıl öncesine kadar tüm komşularıyla kavgalı olan Ankara, artık geçmişte tehdit olarak algıladığı bölgeleri yeni bir "dostluk ekseni" haline getirmek istiyor. Amaç yanlızca ABD'yle Irak konusunda yaşanan görüş ayrılıklarına daha kuvvetli bir tepki gösterebilmek ya da Kürt federasyonuna daha yüksek sesle itiraz edebilmek değil. Kalıcı bir ekonomik ve siyasi birliktelik yaratmak. Plana göre Türkiye'nin "büyük ağabey" rolü oynayabileceği, mal satacağı, uluslararası platformlarda yandaş bulabileceği bir eksen. Ankara komşularıyla zıtlaştığı dönemde fazlasıyla yalnızdı. Şimdiyse Türk kamuoyu, çevre ülkelerin husumet göstermemesinden memnun. Yıllar boyu Abdullah Öcalan'ı ağırlayan Suriye'nin lideri Türkiye'yi ziyaret ettiğinde kimseden çıt yok. Zamanı gelince en ufak bir söz veya yan bakışta Batılı (ya da Kuzey Iraklı Kürt) siyasetçilere karşı olmayacak ifadeler kullanmayı seven medya, Başar'ı hayranlıkla izliyor.
Kavgadan yarar da gördü Gerçek şu ki, Türkler Doğu'yla ilişkilerinde her zaman daha rahat. İlk özel bankasını üç gün önce kuran (ve artık ciddi bir tehdit arzetmeyen) Suriye'yle masaya oturmak rahat bir duygu. Türkler'in Batı'yla ilişkilerinde her zaman karmaşık bir psikolojik profil var. Buraya kadar her şey iyi hoş. Ama umuyoruz ki Ankara bu, Arap Ligi ya da "Irak'ın komşuları" gibi ülkelerle kurduğu siyasi ittifakların limitleri konusunda da gerçekçidir. Örneğin Türkiye'nin ABD siyasetine nüfuz etmek yerine ebedi bir "şikayetçiler cephesi" kurması, Türk dış politikası açısından çok şey ifade etmez. Maksat çok sevilmek değil stratejik hedefleri gerçekleştirebilmek. Türkiye herkesle kavgalı olmaktan zarar gördü; ama fayda da. Son on yılın en kritik kazanımları en az sevildiği, hatta en aykırı ve şirret davrandığı dönemlerde oldu (Örneğin Suriye'nin, PKK liderini dışlamaya zorlanması, aday yapılmayınca AB'ye küsüşümüz, ABD'nin silah ambargosu karşılığında İsrail'le ittifak gibi)
Suriye ve İran iyi komşu mu? ABD'deki araştırma kuruluşlarından Washington Enstitüsü'nde Türkiye üzerine çalışan genç akademisyen Soner Çağaptay, Ankara'nın yeni açılımıyla ilgili analizinde "Asıl soru şu: Suriye ve İran'a 'iyi komşu' denebilir mi?" diyor. Geçmişte Türkiye'ye zarar veren bu ülkeler ne ölçüde güvenilir? Soru yerinde bir hatırlatma ama cevabı belli değil. Gül'ün gezisindeki bir diğer önemli boyut, Bakan'ın Azerbaycan'da detaylarıyla Türkiye'deki reform sürecini anlatarak demokratikleşme konusunda yumuşak (ama net) telkinlerde bulunuşuydu. Bunu ilk yaptığı yer Bakü değil. Bu tarz nazik telkinler, AB kapısını çalan çağdaş Türkiye'ye son derece yakışıyor. Bakü Üniversitesi'nde ateşli bir genç "Ne zaman Türk Cumhuriyetleri vize uygulamasını kaldıracak?" diye sorduğunda, Gül salonu coşturacak kolay ve hamasi bir cevap yerine "Türk dünyasında vizeden önce yapılacak çok şey var. Ekonomilerimizi güçlendirip, demokrasi ve hukuk konusunda reform yapmalıyız. Türkiye'den gelip nasihat ediyor değilim. Bizim de işimiz çok" dedi. Bakan, İran'da aynı demokrasi vurgusunu yapmadı. Bu kez Tahran ve Washington arasında arabulucu olmayı teklif ederek bu garip mahallenin "normalleşmesine" bir katkıda bulunmuş oldu. Bakalım işler nereye varacak...
|