Kıbrıs paniği
Tarihte ilk kez, Kıbrıs'taki yerel seçimlerin geleceği, Türkiye'nin kaderiyle yakından ilgili. Hatta kaderini belirlemeye aday. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan her ne kadar Avrupalı dostlarını "Oyunbozanlık yapmayın. Kıbrıs Kopenhag kriterleri arasında değil" diye fırçalasa da ortada bir gerçek var. Avrupalılar ve bir ölçüde ABD, Aralık 2004'e kadar Kıbrıs'ta bir çözüm olmazsa (ya da çözüm süreci başlamazsa) Türkiye'nin AB'den "tarih alamayacağını" düşünüyor. ABD başkentinde "Kıbrıs'ta çözüme yönelik anlamlı bir hareket olursa Türkiye'ye tarih verilmemesi zor" mantığı hakim. Avrupa bürokrasisiyle dirsek teması olan Amerikalı bir diplomat, Washington'un Haziran'da İstanbul'da gerçekleşecek NATO zirvesini, Türkiye'nin AB adaylığı için dev bir reklam kampanyasına dönüştürmek istediğini anlatıyor. Beyaz Saray, İstanbul zirvesini hem Türkiye'nin "İslam dünyası için örnek" hem de "Avrupa'nın bir parçası" olduğu tezlerini vurgulamak için kullanacak. Ama Ankara'dan gelen son sinyaller, Kıbrıs'ta çözüm konusunda AKP hükümetinin bir yıl önce ilk başa geldiği dönemde esen radikal hava yerine, daha geleneksel bir çizginin hakim olduğu.
Washington'da panik Hükümette, TSK ve dışişleri bürokrasisinin bir kanadında "Aralık 2004'te tarih alamazsak dünyanın sonu değil" görüşü var. ABD'nin genel tezi ise hâlâ masada olan Annan Planı'nın çözüm için "son fırsat penceresi" olduğu yolunda. İşler böyleyken Washington'da Kıbrıs konusunda bu hafta ciddi bir panik vardı. Seçimler adil olacak mı? Oy dağılımı nasıl olacak? Ve en önemlisi AKP hükümeti seçim sonrasında masaya oturması için Rauf Denktaş'a gerçek anlamda baskı yapabilecek mi? Açıkça telaffuz edilmese de, Washington'da son haftalarda Ankara'nın ve özellikle de Kıbrıs konusunda daha statükocu bir çizgiye gelen AKP hükümetinin Denktaş'tan yana tavır koyduğu (ve bu sayede seçimleri etkilemeye çalıştığı) kaygısı var. Kıbrıs'taki muhalefet, bu konuda oldukça sıkıntılı. Kendilerine baskı yapıldığından şikayetçi. ABD'liler de bu kaygıyı paylaşmakla birlikte Denktaş'ın "züccaciye dükkanındaki fil"e benzettiği Verheugen gibi bunu kamuoyunda dile getirmenin yanlış olduğunu düşünüyor. Ankara'ya sessiz telkinde bulunmayı tercih ediyorlar. Bu arada seçimlerle ilgili basın yasağına rağmen ABD başkentine ulaşan birbirinden farklı kamuoyu yoklamaları "Avrupa ve çözüm" sloganıyla ortaya çıkan Denktaş karşıtı muhalefet bloğunun ciddi anlamda (yüzde 70'lerle) önde gittiği yolunda. Belki de bu yüzdendir hafta başında üç AKP'li Bakan'ın Denktaş ve Derviş Eroğlu'na destek amacıyla adaya gidecekleri haberi, Washington'da panik yarattı.
Son fırsat penceresi Aralarında Abdüllatif Şener ve Kürşat Tüzmen'in de olduğu resmi gezinin, seçimleri etkilemek amaçlı olduğu görüşü hakimdi. (Ben Denktaş olsam zaten en son Bağdat'ta öptüğü Taha Yasin Ramazan'a kötü şans getiren Tüzmen'i çağırmam.) Sonunda yalnız Şener'in gitmesi kararlaştırıldı. İşler böyleyken Washington da Ankara ve Brüksel gibi merakla adadaki seçimleri bekliyor. Hafta başında Ankara'yı ziyaret edecek Marc Grossman, muhtemelen bir kez daha Amerikalılar'ın "son fırsat penceresi" tezini aktaracak. Karşılığında ne cevap alacağı, Ankara'nın seçim sonrası Kıbrıs'ta müzakereci konumunu sürdürecek Denktaş'a ne mesaj vereceği henüz belli değil. KKTC liderini yakından tanıyan bir diplomat, muhalefet kazansa da adada kalıcı çözümün ancak Denktaş tarafından imzalanabileceğini söylüyor. Ama Denktaş'ın ancak "Ankara'nın tek ses olarak konuşması" halinde gerçek bir hamle yapacağını hatırlatıyor. "Eğer Ankara'dan farklı sesler çıkıyorsa, Denktaş bunu kullanmasını iyi bilir." Ankara şu anda çok sesli. Peki seçim sonrası "Aralığa kadar çözüm" mü, yoksa "Aralık'ta tarih alamazsak dünyanın sonu değil" mesajı mı gelecek?
|