| |
|
|
İtiraf etmeyen ölsün
ESKİDEN etmek' pek de olumlu bir davranış sayılmazdı. Elbette bunda siyasi havanın büyük etkisi vardı. İktidarlar, hemen her türden muhalefete karşı sertti. Hele solcu olmak başa iyice dertti. İşkenceyle, zorla, baskıyla itirafnameler alınırdı. Ya da tersine, itiraf etmeyen kahraman olurdu.
*** Sanırım siyasetteki gerilim insan ilişkilerine, örneğin aşka filan da yansıyordu. Mesela filmlerde aşk kolay kolay itiraf edilmezdi. İtiraf ancak öykünün, romanın son bölümünde yapılırdı. Mesela Brothers' filminde bu şkını gizleme' kültürüyle "Naziler'in arasındaki eşcinsel ilişkiler" teması çok komik bir sahnede bir araya getirilir. İki çelik disiplinli', zot' Nazi; önce gökyüzüne doğru fırlamış, sonra da hızla aşağıya düşmeye başlamış bir otomobilin içindedir... Son anda biri diğerine "Seni daima sevdim" der! Evet, sevginin gizleneni, ortaya dökülmeyeni, duyurulmayanı makbuldü eskiden. Sadece kadın-erkek ilişkisi de değil... Mesela babalar çocuklarını severdi. Daha doğrusu, "Babam beni hiç sevmiyor" diye yakınan bir velede öyle denirdi. İlk baştan, pat diye açıklanan bir sevgi, bir aşk ya da bir nefret, bir kıskançlık... Bu ve benzeri durumlar zayıflık kabul edilirdi. Bir duygunun güçlü, kalıcı, etkili olabilmesi için dile ulaşmaması, dudaklardan dökülmemesi, kelimelere bürünmemesi gerekirdi.
*** Bakıyorum da, artık başka bir faza geçtik. Duyguların sıcak sıcak, henüz fırından çıkmış haliyle itiraf edilmesi ükselen değer' haline geldi. Hani geçenlerde "Herkesin TV'ye çıktığında anlatması gereken kısa bir hikayesi olması gerek... Aksi halde kamerayı üstünde tutması mümkün olamıyor" dedik ya... Peki uygun bir hikayesi olmayan ne yapacak? İşin kolayı duygularını döküp saçmak: "Onu seviyorum... Bundan hoşlanıyorum... Ötekinden nefret ediyorum... Berikini kıskanıyorum..." Tabii bunun bir adım ötesi de var: Örneğin bir sevgi, bir aşk yeteri kadar gelişmemiş olabilir. Bir konca gibi... Açacak mı, açmayacak mı? Serpilip gül mü olacak, yoksa kuruyup gidecek mi? Ah bu belli belirsiz durumu nasıl anlatmalı? Diyeceksiniz ki: "Canım ona da bir ad verilmesin. Kendi haline bırakılsın!" Olmaz! Madem televizyona çıktın, söyleyeceksin. İtiraf etmeyeceksen ekranda ne işin var? Otur evinde, seyret. İşte bu duruma uygun bir kelime üretildi: şlantı.' Hem hoşlanıyor, hem hoşlanmıyor; ilgisi hem var, hem yok. şlantı' kelimesi etme' kültürüne ait değil. O,itiraf ettirme' operasyonlarına karşı bulunmuş bir savunma tekniği. şlanıyorum' dese kendini bağlayacak. şlanmıyorum' dese gerilim bitecek. O halde cevap: "Bir hoşlantı durumu var." Yeni kelimeler ne kadar garip, saçma, uyduruk olursa olsun bir ihtiyacı karşılamak üzere ortaya atılıyor. Bunu bilirseniz tahammül etmek kolaylaşıyor!
|