| |
Avcı atalarımın yüz karasıyım..
KENDİMİ belgesel kanallara verdim vereli, bir doğaya dönüş trendi oluştu bende. Avcı-toplayıcı atalarımın beni çağırdıklarını hissediyordum ne zamandır. İlk başta pek oralı olmasam da bu mübarek bayram gününde dürtülerime karşı koyamadım ve soluğu Galata Köprüsü'nde aldım. Vatandaşın arasına kaynak olup balık yakalamak niyetindeydim. Haliç'te artık yirmi iki çeşit balık olduğunu biliyordum ve mutlaka biri benim içindi. Bundan emindim. Ve emin olduğum başka bir şey daha vardı. Bu iş ruhumu dinlendirecekti. Tıpkı çocukluğumda erik ağacına dalmanın verdiği türden bir huzur kaplayacaktı minik yüreğimi. Doğa çağırmaktaydı... Tabii ki dürtülere boyun eğmek ayrı, o dürtülerin gerekliliklerini becerebilmek ayrı. biliyordum ve Ve ruhumu erik kaplayacaktı çağırmaktaydı... dürtülerin Yani ben daha önce hiç balık yakalamadım ki! Dürüst olmak gerekirse daha önce hiçbir şey yakalamadım ben. Çocukken gözlüğümle karınca, börtü böcek yakmayı saymazsak tabii ki... Galata Köprüsü havanın yağışlı olması nedeniyle çok kalabalık değil. Bu iyi bir şey çünkü kendime iyi yer bulma şansım var. Ancak önce bir olta almam gerekiyor. Hemen köprünün üzerinde seyyar bir oltacı var. 20 ile 50 milyon arasında fiyatlar değişiyor. Dar gelirlinin tercihi 20 milyonluktan alıyorum bir tane. Kısa bir kursun ardından yerimi almaya çekiliyorum. Alman turistlerin tatil köylerinde ne yaptıklarını bilirsiniz. Sabahın köründe kalkıp şezlong kaparlar. Havlularını yerleştirir sonra tatil köyü nimetlerine dadanmaya giderler. Galata Köprüsü daha farklı değil. Balıkçılar oltalarını, kovalarını bırakıp gitmişler. Vakti gelince geri geleceklermiş. Onun içindir ki iyi bir yere çöreklenemedim. Yani tanım gereği iyi bir yere çökemedim. Yoksa bana ne fark edecek? Bir de köprünün sağından mı yoksa solundan mı daha çok balık yakalanır sorusu var. Akıntının yönüne göre mevzilenmek gerekiyormuş. Anlattılar ama anlamadım pek. Taş çatlasın otuz metrelik bir fark var arada. Skora etkisi olmaz diye düşündüm ve Eminönü'nü karşıma alıp sağ tarafı tercih ettim.
Kural 1: Olta ne kadar sağa sola dolanıp düğüm olursa etrafta o kadar çok balık olur. Oltayı aldığım adamın verdiği bilgiler bir işe yaramadı. Söylediği her şeyi yaptım ama oltamın makarasına hükmetmeye muvaffak olamadım. Oltanın ucundaki iğneler havada amaçsızca dolaşmaktaydı ve bu ciddi bir tehlike arz ediyordu. Yanımdaki balıkçı durumun farkına vardı ve uzaklaştı. Bir süre sonra herkes benden uzaklaştı. Ortalığı birbirine katacağım endişesine kapılmış olacaklar. Yalnız kalınca insana ilahi bir güç geliyor, Nasıl olduysa oltayı kontrol etmeye başardım ve Haliç'in soğuk sularına gönderiverdim kurşunlu misinayı. Daha doğusu gönderemedim. Sadece yerçekiminden faydalandım. Çünkü fark etmediğim bir ayrıntıya takıldım. Tam altımda köprünün çıkıntısı varmış. Balkon gibi bir şey. Yukardan iyice sarkıp görebiliyorsunuz ancak. Ve olta oraya demir atmış. Ben göremedim, yanıma gelen başka bir balıkçı gördü. "Hocam oradan zor yakalarsın."
Kural 2: Kem alatla kemalat olmaz! Adamın yardımsever biri olacağını düşünerek öğretir misin diye sorduğumda cevabı çok açıktı. "Hemşehrim yorma beni, kafa dağıtmaya geldim, amatörlerle uğraşamam" Anında sindim. Ve oltanın hakimiyetini yeniden kaybettim. Ben oltayı çözmeye uğraşırken vatandaş güldür güldür istavrit yakalıyordu. Herkesin kovası ağzına kadar dolmuştu. Zaten balık yakalamak pek de işime gelmiyordu çünkü kovam yoktu. Aslında bir koşu Karaköy'e koşup kiloluk yoğurt alsam işim görülürdü ama balık yakalama ihtimalimi göz önünde bulundurunca yoğurt kovası projesini askıya aldım. Dahası minik kurtçuklardan oluşan balık yemlerim de yoktu. Güya oltamdaki çaparilerle yakalayabilirmişim... Saatlerce debelenmenin sonunda, avcı-toplayıcı atalarımın beni neden istediklerini sorgulamaya başladım. Belki sadece belgesel izlememi istemişlerdir. Bir iki sortinin ardından hiç şansımın olmadığını fark edip, oltamı toparlama kararı aldım. Kovası dolu olan bir girişimciden izin alıp oltamın ucuna balıklarından birini takıp foto çektirdim. Adam istersen al dese de istemedim minik istavriti. "Çekinme al, mendile sar götür" diye kafa bulunca doğaya dönüş trendine son noktayı koydum.
|