| |
Her şeyin başı elektrik!
EVDEN çıkarken karı hiç önemsememiştim. 'Daha önce yaptım, yine bir biçimde beceririm' demiştim kendi kendime. Yanılmışım. Bu kez olmadı. Hatırlıyorum... 2002 kışıydı. Saat yedide kalkmış, her zamanki gibi gece yarım bıraktığım kitaba dalmıştım. Sekize doğru salona geldim. Hani kar yağacaktı? Dışarıda her şey normal görünüyordu. Selamiçeşme Özgürlük Parkı'nın üstünden, taa ileride Çamlıca görünür apartmanların arasından...
Oraya doğru baktım: Aaa? Tepe yoktu! Sanki bir sisin içine gömülmüştü koca Çamlıca. Yoksa? Evet doğruydu: 10 dakika sonra kar başladı. Göz gözü görmüyordu. Fırladım. 15 dakikada giyindim. Evden dışarı attım kendimi. Kuş uçumu 100 metre ötedeki Bağdat Caddesi'ne vardığımda trafik durmuştu. Stop!
*** Yürümeye başladım. Feneryolu'nu geçtim... Kızıltoprak'ı geçtim... Yürüyenler artmıştı: Vasıtalardan umudunu yitirenlerle kar yoldaşlığı yapıyorduk. Her yer bembeyazdı. Kızıltoprak'tan Fenerbahçe Stadı'na doğru saptım. Okulun çocuklarına izin verilmişti.
Hep birlikte Kadıköy'e yöneldik... Nihayet iskeleye vardım. Vapur seferleri iptal edilmişti. Bu arada korkunç sıkışmıştım. Caminin tuvaletine mi gitmeli? Hacı Bekir'e girdim. Bir tuvalet seansı, bir çay, bir poğaça... Çıktım. İskele hâlâ kapı duvardı.
Büyük bir motor vardı az ötede. "Karaköy, hemen kalkıyor, Karaköy" diye bağırıyordu adam. Bindim. Hemen kalkmadı. O kadar doluydu ki 'açığa' çıktık. Karın altında titreye titreye bekleştik. Nihayet kalktı. Bir de Haydarpaşa'ya uğramaz mı! Batsak, gerçek bir facia olurdu. Devam ettik.
Eminönü'nde inecekler varmış. Önce oraya uğradık. Allah'tan ayağımda Yeşil Kundura'dan aldığım postal tipi botlar vardı. Biraz da sigaranın sıcaklığı: İdare ettik işte...
*** Nihayet Karaköy'de indim. O sıralar Sabah gazetesi Teşvikiye'deydi. Nasıl gitmeli? Tünele bindim. Belki tramvay işliyordur. Ne gezer! 50 metre kuyruk vardı zaten. Yürü bakalım.
Bata çıka Galatasaray'ı geçip Taksim'e ulaştım. Hani otobüs? Yok! O halde yürümeye devam. Radyo Evi, Hilton Oteli, Askeri Müze derken gazeteye vardım. Toplantı saati 11:00'di, ben 11:10'da binadaydım. Ve evi yakın olanlar haricinde kimse yoktu! Özellikle de toplantıyı yönetmesi gerekenler... Bu macerayı bir başarı saydım...
*** Dün işte bu hisle, bu tecrübeyi arkama alarak çıktım evden. Bir heves otomobille Kızıltoprak'taki ETS Turizm'e gittim. Kısmet olursa bayramda küçük bir geziye çıkmayı planlıyoruz da... İşler tahmin ettiğimden uzun sürdü. 14:00'te dükkândan ayrıldım. Kar devam ediyordu. Araçlar epey yavaşlamıştı. Köprü yoluna saptım. Bir süre gittim. Çamlıca'ya doğru yol tıkandı. Durdu. Milim ilerlemiyor.
Eyvah! Karlı günlerde gazete erken döner. Ne yapmalı? Hemen saptım. İkinci Köprü'ye yöneldim. Yol açıktı ama cipler bile yavaşlamıştı. İstanbullu alışık olmadığı için karda, buzda araç sürmeyi bilmez. İkinci Köprü yoluna girdim. Trafik akıyordu ama çok yavaş. İyi de köprüye daha 20 km. var. Ya tıkanırsa? Risk almadım. İlk sapaktan dönüp evin yolunu tuttum. Eh ne yapalım, bugün de 'sıcak' evimizden yazarız...
*** Nah yazarsın! Apartmana girdim. Asansörün düğmesi yanmıyor. Nasıl yani? Yanisi; elektrikler kesilmiş. Bunu basit bir sorun gibi gördüm. Jeton henüz düşmemişti. Beşinci kata çıktım, tam içeri girerken... Uyandım: Bizim apartmanda elektrik kesintisi; kaloriferlerin çalışmaması ve hidrofora bağlı olan suyun akmaması anlamına gelir.
Derken ikinci jeton da düştü: Elektrik kesikse bilgisayar çalışmaz. Ne yazabilirsin, ne internete girebilirsin. Evdeki sabit telefon da bu çalışmazlar kafilesine eklenmişti, çünkü mobil meret elektriğe muhtaçtı! Ceptelden Aydan Çelik'i aradım. Karikatürün eskizini yollamıştı ama ne çare? İnterneti açıp bakamıyordum ki! Durumu gazeteye bildirdim. Yayın Yönetmenimiz Ergun Babahan, "Boş verin, köşe yazısı yerine haber koyun" demiş.
*** Vaziyete bakar mısınız? 17 aydır Sabah'ta yazıyorum. Her gün! Şimdi dandik bir kar yüzünden yazıyı pas geçeceğiz. Yahu "Ah bugün yazmasam" dediğim çok oldu...
Niye? Hastalıktan, yorgunluktan, arada sırada bastıran bezginlikten, bazen de bilinmeyen bir nedenden dolayı beynin dumura uğraması sonucu yazacak bir şey bulamamaktan... Ama tam da hazırlığımı tamamladığım... Konuları belirlediğim bir günde bana bu yapılır mı ey insafsız elektrik!
Peki hadi evde keyif çatalım, diyeceğim ama o da mümkün değil. Elektrik yoksa TV de yok. Hava karanlık; kitap okuyamıyorsun. Müzik dinleyemiyorsun. (Tamam pilli radyom ve ışıldağım var ama yakışır mı bize?)
*** Derken telefon: "Ergun bey dedi ki, kar ve elektriksizlik yüzünden başına gelenleri elle yazsın, bize telefonda okusun." Bre aman! Elle mi dediniz? Yahu 1987'de basına girdiğimden beri ben elle yazmıyorum ki! Sadece not tutuyorum.
Önümde klavye olmadı mı apışıp kalıyorum. Sadece fikirler uçup gitmiyor, uzun uzun yazarsam elime kramp da giriyor. "Peki ne oldu senin dizüstü bilgisayarına" diyeceksiniz? Ne olacak; açtım baktım 30 dakikalık ömrü kalmış. Yedek batarya da yok.
Kıssadan hisse: Bilgisayarı daima yüklü tut.) Dua etmeye başladım. İşe yaradı: 10 dakika sonra elektrikler geldi. Ve her şey çalışmaya başladı: Telefon, bilgisayar, kalorifer, buzdolabı, müzik seti, hidrofor... Oh be... Dünya varmış.
|