CHP ve gelecek
Pazar günkü yazı, CHP'nin 3 Kasım seçimiyle sonuçlanan süreçten gerekli dersleri çıkaramadığı sonucuyla bitmişti. Bunun anlamı, CHP'nin 21'inci yüzyıl Türkiye'sine uygun siyasetleri, hele hele sol siyasetleri üretmede başarısız kalacağıydı. Bu durum ise Türk siyaseti ve demokrasisi açısından büyük bir zaaf oluşturuyor.
Tam da bu nedenle CHP ile ideolojik olarak alış verişi olmayan yazarlar dahi, partinin güne uygun siyasetler üretme eksikliğini dile getirerek parti liderliğini bu yönde teşvik etmeye çalıştı. CHP adlı partinin asla adam olamayacağına inanan çok. Bugünkü yönetimin felsefesi ve yaklaşımlarıyla partinin bir dönüşüm gösteremeyeceğine inananların sayısı ise daha çok.
Bu nedenledir ki, CHP'nin yerel seçimden de yenilgiyle çıkacağı beklentisi ülkeye hakim. CHP'nin sorunu muhakkak ki parti yönetiminin beceriksizliği, ideolojik dar görüşlülüğü ve siyaset üretmedeki yetersizliğiyle sınırlı değil. Doğru yaptıklarını bile anlatamamadaki eşsiz beceriksizliği de değil partiyi bugünkü hazin konumunda tutan. En azından bunların neden kadar sonuç da olduklarını söylemek mümkün. Partinin tarihsel özellikleri, örgütünün ufkunun hizipçilik sonucu dapdar bir hale gelmesi gibi nedenler, siyaset üretilmesini engelliyor. Ayrıca bugünkü yönetime ağırlığını koyan zihniyet ve ekibin yönetimde kalmasına yol açıyor.
Değişimden rahatsız olanlar Daha temelde, Türkiye'deki yerleşik seçkinlerden sola açık olanlarının ve partinin tabanını oluşturmuş olan kesimlerin dünyada ve özellikle Türkiye'de siyasetin değişmesinden rahatsız olması var. Avrupa'da şekillenen üçüncü yol, Soğuk Savaş sonrası ve küreselleşme dönemi bağlamında sol bir siyasetin nasıl olması gerektiği sorusunu sorarak yola çıkmıştı. Dünyada solun tarihsel olarak dayandığı sınıfların ve kesimlerin toplumsal ve siyasal ağırlıklarının azaldığı saptaması, arayışı tetiklemişti. Hem solun siyasi felsefesinin ana kavramları olan adalet ve eşitliğin küresel bir dünyada nasıl sağlanacağı sorusu sorulmuş, hem de bu kavramların bilgi çağı ekonomisindeki yükselen sınıflara nasıl taşınacağı dert edilmişti. Bu arayış her şeyden önce piyasa ekonomisiyle daha barışık ama neo-liberal politikalara teslim olmayan bir ekonomik politika anlayışını şekillendirmeyi gerektiriyordu.
Umutsuz vaka görüntüsü Türkiye'de de benzer arayışlar için en azından bir zemin vardı. Ancak dünyadaki benzer arayışların ötesinde Türkiye'de ayrıca toplum merkezli bir siyaset dili ve özgürlükleri merkeze yerleştiren bir söylemin mutlaka öne çıkarılması gerekiyordu. Böylesi bir yeniden tanımlamada devlet gene önemli bir rol oynayacak olsa da, işlevi ve ağırlığının yeniden belirlenmesi gerekecekti. Geçmişe göre daha çoğulcu ve özgürlükçü siyaset arayışları geliştirilmesi de bu bağlamda şarttı. Bir diğer deyişle Türkiye'de sosyal demokrasinin siyasal anlamda liberalizmi benimsemesi gündemde olmalıydı. Dış politikada da olayların Soğuk Savaş sonrasına uygun bir perspektifle değerlendirilmesi gerekiyordu. Üstelik dış politika ile iç politika arasındaki etkileşimin artması oranında bu yapılmadan, Türkiye için ön açıcı siyasetler üretmek imkansızdı. Fuat Keyman'ın deyişiyle CHP bu alanda da "devletmerkezci siyaset anlayışının güvenlik söyleminin sözcülüğünü yapmayı tercih etti". Bugün varılan noktada Türkiye'deki sosyal demokrat hareketin ciddi bir silkinmeye ihtiyacı vardır. Bunun, umutsuz bir vaka gibi görünen ama içinde halen bazı canlı organizmalar barındıran CHP ile gerçekleşip gerçekleşemeyeceği, yerel seçim sonrasının başlıca sorusu olacaktır.
|