Kürt sınavları
Pek çok bakımdan hayırlı gelişmelere yol açan 1 Mart oylamasıyla Türkiye, ABD'ye kuzey cephesi açma iznini vermedi. Ancak gene aynı tezkerenin reddiyle Türkiye bugüne kadarki güvenlik anlayışı açısından çok önemli saydığı bir hamleyi de yapamadı. Türk askerlerinin Kuzey Irak'a girerek oradaki gelişmelere yön verme, KDP veya PUK'a bağlı peşmergelerin Kerkük'e girmesini önleme ve Irak'ın kuzeyinde olacaklar hakkında söz sahibi olma hakkı kısıtlandı. Bir bakıma Türkiye'nin Kürt meselesine endekslenmiş güvenlik anlayışı bu çaresizlik nedeniyle iflas etmiş oluyordu. CHP'nin ve muhtemelen TSK içinden ya da emekli bazı askerlerin savunduğu, ABD ile işbirliği yapmadan Kuzey Irak'a girmek ise aslında siyaseten mümkün değildi ve yapılamadı. Gereksiz yere ve gereksiz bir sertlikte ilan edilmiş kırmızı çizgiler de silindi. En son olarak da asker gönderme niyeti, özellikle de bu hamlenin gene kuzey Irak Kürtleri'ni kontrole yönelik olarak düşünülmesi nedeniyle itirazla karşılaştı. Ve gerçekleştirilemedi. Savaşa karışılmamış olmasından büyük mutluluk duyan Türk toplumunun, özellikle de Kürt kökenli olmayan çoğunluğu 1 Mart tezkeresinin reddinin bu diğer anlamından pek hoşlanmadı. Daha doğrusu tezkerenin reddiyle Kuzey Irak'ta eskiden olduğu gibi söz sahibi olunamayacağını göremedi.
Araplar sıcak bakmayacak Yeni şartlarda Kuzey Irak üzerinde etkili olmak Türkiye'nin "sert gücünü", yani ordusunu kullanmaktan çok, "yumuşak gücünü", yani başta ekonomik, bir dizi toplumsal üstünlüklerini kullanmayı gerektiriyordu. O zaman da Barzani ve Talabani'yi aşiret reisleri diye küçümsemek yerine onlara yeni Irak'ın güçlü siyasi liderleri muamelesi yapmak daha doğru olacaktı. Bunun yanısıra artık yeniden kurulamayacağı bilinen üniter devlet yerine gelecek federal yapı içinde her bölgede azınlık statüsünde kalacakların haklarının güvenceye alınması için fikir üretmek gerekirdi. Böylece Türkiye açısından kaderleri son derece önemli görülen Türkmenler'in de siyasal, kültürel, ekonomik haklarını kollamak mümkün olurdu. Bugünün şartlarıyla değerlendirildiğinde ABD'nin Irak'ın toprak bütünlüğünü korumakta çıkarı vardır. Şiiler ve Kürtler federal bir yapı üzerinde anlaşmış olsalar bile çok ileri düzeyde bir özerkliğin Kürtler'in elinde olmasına Araplar sıcak bakmayacaktır. Özellikle de petrol ve su kaynakları üzerindeki tasarruf hakkının tamamen federal devlet egemenliğinde olmasının kabul edilmesi beklenemez.
Türkiye yenik düşmemeli Kürtler'in de bunda ısrarlı olacağı varsayılırsa, anayasa hazırlanması süreci ABD açısından hayli zor ve Kürtler'le de uğraşmak zorunda kalacakları bir dönem olacaktır. Türkiye'nin bu gelişmelerden hoşlanmadığı meçhul değildir. Türkmenler'in haklarınının korunması kadar, kurulacak bir Kürt devletinin önce bağımsız, ardından da yayılmacı olmasından kaygılanılmaktadır. Ancak bu kaygı sırf Türkiye'ye özgü de değildir ve bağımsızlık biraz da bu nedenle imkansız değilse de kolayca gerçekleştirilebilecek bir hedef sayılamaz. Tam bu noktada da Türkiye'nin AB projesi ile Irak politikaları birbirilerine bağlanmaktadır. AB hedefi doğrultusunda hareket edildikçe ve ekonomik, siyasal, kültürel koşullarda çağdaş normlar yakalandıkça Kuzey Irak'taki gelişmelerden kaygılanmak yersizleşecektir. Selamet, AB konusundaki iradenin Kıbrıs hakkında yalan söyleyecek kadar zavallılaşanlara, bu süreci ne pahasına olursa olsun engellemek isteyenlere ve AB sorumlularının patavatsızlığına yenik düşmemesindedir.
|