Zirvelerin ötesi
Gündelik polemiklerden kafayı kaldırıp bakıldığında Türkiye'nin siyasetlerinin 21'inci yüzyıla uygun bir mecraya oturmaya başladığı görülüyor. Henüz döndürülemez denemeyecek bu yönelme, büyük ölçüde Soğuk Savaş sonrasının ve özellikle de 11 Eylül-Irak savaşı sonrasının yapısal gerekliliklerini yansıtıyor.
Yeni yapısal unsurların gündeme getirdiği siyaset tercihlerinin gereğinin yapılması, ancak şiddetli mücadeleler sonucunda gerçekleşebiliyor. Sürece karşı genellikle yerleşik seçkinlerden gelen bir muhalefet var. Ancak, gene yerleşik seçkinler içinden yeni yönelimlere sahip çıkanlar oluyor. Son olarak Kıbrıs konusunda Türkiye'nin çözümsüzlüğü tercih eden taraf olmaktan çıkmasını sağlayacak MGK kararını da böyle yorumlamak gerekir.
Kıbrıs konusunda müzakerelere açık bir siyasetin nihayet devletin de tercihi haline gelmesi, yalnızca AB süreciyle bağlantılı olarak da değerlendirilmemeli. Kıbrıs sorununun çözümlenmesi, Türkiye'nin gücü ve önemiyle koşut bir uluslararası aktör olmasının önündeki önemli engellerden birinin de kalkması anlamına gelecek. Bu bağlamda Başbakan Erdoğan'ın, Başkan Bush'la görüşmesinde bir pürüzün daha ortadan kalktığını söylemek mümkün. Son tahlilde Kıbrıs meselesi, ikili ilişkilerde merkezi olmayan bir mesele. Ancak ilişkilerin 1 Mart tezkeresinin akabinde ciddi şekilde yeniden tanımlanıp şekillendirilmesi sürecinin önünde de bir engel.
İç dengeler izin vermez Kıbrıs konusunda makul olanın yapılacak olmasından rahatsızlık duyanlar, bunun daha büyük geri adımların öncüsü olacağını da savunuyor. Onlara göre sıra, Irak'ta Türkiye'nin ulusal çıkarlarından taviz vermesinde, bir Kürt devletinin önünün açılmasında. Irak'ta yaşananları, ABD'den gelen tepkileri biraz izleyenler bir Kürt devleti kurulmasının pek kolay olmadığını zaten bilir. Kürtler'in bağımsızlık istememesi için aslında neden yok. Ancak uluslararası sistem ve Irak'ın iç dengeleri (dolayısıyla ABD'nin çıkarları) buna zor izin verir.
Bağımsız bir Kürt devleti, İran ve geniş Arap dünyasını da, Iraklı Şiiler'i de kızdıracak Irak'taki çeşitli etnik-mezhepsel gruplar arasındaki dengeler daha da bozulacaktır. Dahası bir iç savaşın yaygınlaşması ihtimali güçlenecektir. Bu nedenlerle Irak'ın geleceğiyle ilgili tartışılacak belki de tek konu federasyonun hangi temelde gerçekleşeceğidir.
Asıl mesele Kerkük Irak'ın istikrarı ve toprak bütünlüğü açısından asıl dizgin vurulması gereken hırs, Kerkük'ün Kürtleştirilme ve buna yönelik olarak bir etnik temizlik tehdidi altında olmasıdır.
Böyle bir gelişme, kuşkusuz Türkiye'de ciddi sıkıntılara yol açacaktır. Bu bağlamda Başbakan Erdoğan'ın, Başkan Bush'a Irak'ın geleceği, kurulacak federasyonun niteliği ve Kerkük, Musul, Bağdat gibi şehirlerin statüleriyle ilgili yeni bir söylem ve plan sunması önemli.
Türkiye-ABD ilişkileri, 1 Mart tezkeresinin, Süleymaniye kepazeliğinin ve irili ufaklı başka olayların ardından yeniden tanımlanırken ortak çıkar alanlarının saptanması da önceliktir. Bu alanlar, ABD'de yeni yayımlanmış bir makalesinde Soner Çağatay'ın savunduğu gibi Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya'yı kapsayan şekilde Türkiye'nin kuzeyi de olabilir.
Bu tür bir arayış mutlaka önemli. Ancak bu haftaki zirvede asıl sağlanması gereken, ikili ilişkilere hakim olacak yeni dil. 1 Mart tezkeresinin ve ona giden sürecin ve sonuçlarının doğru değerlendirilmesi de yeni ve verimli bir ilişki kurulabimesi açısından elzemdir.
|