Kırmızı porşe...
Daha henüz 21 yaşının rüzgarlarıyla hesapsız-kitapsız savrulurken günler.. Yani.. Yarının neler getireceğini zerre kadar düşünmeden tüketirken zamanı.. Puslu bir İstanbul sabahında bir köprünün altına pusu kuran ölümden de habersizdir elbette.. Alacakaranlık, sonsuz ve sessiz bir karanlığa dönüşür birden.. Oysa.. Bırakın ölümle tanışmayı, ölümü konuşmak için bile ne kadar erkendir "nüfus cüzdanındaki kıvrımların sayısı.." Nüfus cüzdanı?.. Babasına eskidiğini söylemiş birkaç hafta önce.. Kenarları yıpranmış, parçalar kopmuş uçlarından.. Yenilenmiş.. Haberi yokmuş ama.. Yılbaşından sonra, yeni yılın ilk günü verecekmiş babası Özgür'üne.. Sevinsin diye.. Yeni yıl yok artık.. Yeni nüfus cüzdanı da.. Yeni hayaller de "kırmızı Porche"lere dair.. Ölümün, bir köprünün ayaklarına pusu kurduğu sabah bitti işte her şey.. Özgür de gitti.. Bizse buralardayız daha.. Oysa, geleceğe dair hayalleri her geçen gün tükenen bizdik.. Hayalleri "hayal defterleri"ne sığmayansa oydu.. "Kırmızı Porche" de bizim hayalimiz değildi.. Oydu "daha çok zaman"ların hak sahibi.. Kimin daha çok hayali varsa, daha uzun ömrü de o hak etmeliydi evrende.. Öyle olmadı işte.. Ön koltuğunda oturduğu başka marka bir otomobille; hayalindeki "asıl kırmızı araba" da uçtu köprülerden aşağı..
*** Erken bir ölümün hikayesidir bu yazı.. Gerçi Cemal Süreya'nın dediği gibi "Her ölüm erken ölümdür" ya.. Özgür'ün ölümü erkenden de öteydi.. Ömürlerin "hesaba" geçirileceği yıllar; doğumdan beri yaşanmış günlerin parmak hesabı sayılıp "kitaba" geçirilmesiyle mümkün olamaz ki!... Gerçekleştirilmiş hayallerin sayısıyla tutulur bir hayatın çetelesi.. Özgür'ün hayallerinin toplandığı hesap defterinin sayfalarına bakınca.. "Erken" sözcüğü kifayetsiz kalır anlamakta, bir İstanbul şafağında ansızın vuran acıyı.. Köşe yazılarında, herkesin bildiği aşina" fotoğrafları hafızalardan silen "ölüm"lerin ardından yazılanları okumaya alışkın olan okurların; Özgür adında bir çocuk" için yazılan bu satırları da aynı yürek yangınıyla paylaşacağından eminim.. Ötekileri tanıdığınız kadar tanırsınız mutlaka Özgür'ü de.. En azından buraya kadar olan satırlardan tanıdınız işte: Ne de olsa; hepsi hepsi, henüz sayfalar doldurmayacak kadar kısacık bir hikaye: Bilgisayarların sanal dünyalarında kurulmuş ve bir İstanbul sabahında kırılmış hayallerin biçare çocuğu..
*** Erken bir ölümün ardından başka şeyler de söylenebilirdi: Hayatın aslında ne kadar anlamsız; sırtımızda taşıdığımız dertlerin ne kadar önemsiz olduğuna dair bir şeyler.. Durmadan birbirleriyle didişenlerin kavgalarının ne kadar budalaca olduğuna dair başka şeyler.. Oysa bu yazı bunları söylemek için yazılmadı.. Bu yazı Özgür'ün "bir gazete sayfası"nda birlikte adınının anılması için belki de "ömrünü vermeye hazır olduğu" iki "ebedi sevgilisi" yle onu bir araya getirmek için yazıldı.. Vasiyeti düşünemeyecek kadar gençti... Ama bu satırların yazarı da böyle bir vasiyeti genç bir yüreğin çarpıntılarından anlayamayacak kadar sağır ve genç değildi.. Dünkü cenaze töreninde; "Keşke üstüne örtecek sarı-lacivert bir bayrak olsaydı!" dedim.. Evi camiye yakındı.. Koşturup yatağından "Fenerbahçe battaniyesi"ni getirdiler.. Öyle yakıştı ki çocuk.. Öyle yakıştı ki.. Görmeliydin.. Bu son satır da; öteki "sevdalısı" na dair bir hayalin ak kağıt üstünde zaptedilmesidir zamana.. Babana söylemişsin de "Oğlum ona paramız yetmez" demiş ya.. "Olsun!" demişsin ya, "Alacağım bir gün!" demişsin ya.. Çoktan almış, bilmiyorsunuz, çoktan almış.. Gördüm duvarında hayalinin resmini.. İşte bu da son satırı yazının: Öteki araba uçup gitti köprüden.. Özgür kırmızı porşesiyle gidiyor hâlâ.. Yarışarak rüzgarla..
|