Cinayeti kör bir kayıkçı gördü (*)
Ben görmedim, siz görmediniz, görmedik hiçbirimiz... Sessiz sedasız kayıp gitti ellerimizden... Yorgun ve sitemli... Çok da üzülmedik ölene ve gidene... Çünkü onu biz öldürdük... Tanıksız öldü... Sadece kör bir kayıkçı gördü. Ne cinayeti mi? Anlatayım...
*** Bu yıl zamanım olmadı. Gelecek yıl bir televizyon programı yapacağım. Program 1 Ocak'taki çekimlerle başlayacak, 31 Aralık'ta sona erecek. Sonra filmi makineye takacağız. Geriye sararak oynatacağız. Hiçbir söz söylemeden oturup seyredeceğiz. Irak'ta, orada burada, savaşın kurşunları kanlı bedenlerden çekilip geri gidecek namlusuna. Cezaevlerinin kapısı açılacak, çıkacak girenler dışarı. Ölümüne gözyaşı döktüklerimiz, açacak gözlerini. Ve bizim göz yaşlarımız ufalıp kaybolacak. Bakanlar, başbakanlar imzalarını geri çekecekler beyaz kağıtlardan. Eski kararlar ve eski kanunlarla yaşayacağız hayatı. Eski fiyatından çalışacak elektrik sayacı. Ama, o kadar da sevinmeyin, geriye sayan zamana. Düşünün ki, doğacak çocuk doğmayacak. Geri alacağız nikah defterindeki imzamızı. İlk buse uçup gidecek rüzgarla. Şampiyonluk getiren gol çıkacak kaleden dışarı. 'Looog' diye oturacağız heveslerimizin kırıldığı tribünlere. Diplomamız rulosundan açılıp düz beyaz kağıda ve bir ağaç gövdesine dönüşecek sonunda. Ödülsüz ve alkışsız kalacak başarılarımız. Kahramanlarımız, kahramanlıklarını yaşamayacaklar bir daha... Evet, kimine yitirdiklerini geri getirmenin bayram sevincini, kimine kazandıklarını yitirmenin düş kırıklığını yaşatırdı geriye dönen film kareleri. Ne var ki, film bittiğinde, koltuklarımızdan kalkarken ortak bir söz dökülürdü dudaklarımızdan: "Ne filmdi ama..." "Ne hayattı" ya da...
*** İyi ki bu yıl zamanım olmamış. İyi ki bu yıl yapmamışım bu programı. Ne kaybedilmiş zaferlerin düş kırıklıkları, ne kazanılmış yenilgilerin sevinci. Hiçbiri yok karelerde. Bu yazıyı 361. günde yazıyorum. Geriye kalan 96 saate yüzyılın ihtilalleri sığarsa bilemem. Her birimizin insan öyküleri gökkuşağı kadar renkli olabilir. Ama ne dünyanın, ne de Türkiye'- nin bir yıllık serüveni gişe rekorları kıracak bir film senaryosuna benzemiyor, ne yazık ki... Nasıl da aralarda derelerde bir yıl geçirdik. Nasıl da gri... Yılın olaylarını ve yılın adamlarını seçerken zorlandı kalemlerimiz. Hani nerede, asrın muhafazakar, ürkek ve çekingen sükunetini alt üst eden fikriyat' isyanları... Hani nerede o isyan ırmağını, umut okyanuslarına çağlayanlar gibi akıtan yeryüzü kahramanları'... Film geriye sarılsa, hangi başbakanlık imzasının ortadan kalkması yeislere sürükler ya da sevinçlere gark eder bizi?.. Irak'ta geriye çekilse bu yılın kanları, defne dalları mı süsler işgal topraklarını?
*** Evet, iyi ki çekmemişim bu filmi bu yıl... Çünkü biz bu yılı, kendi ellerimizle öldürdük. Ne var ki, kaybettiğimiz umudumuz değildir. Sadece umudu sırtında koşar adım taşıyacak günleri, bozuk para gibi harcadık. 'Fikriyat isyanlarını' ve 'isyan kahramanlarını' yaratamadık. Cinayetin de faili meçhul değildir. Ancak tanığı yoktur. Ölen sessizce ve fark edilmeden ölmüştür. Onun içindir ki, Attila İlhan'ın şiirinde olduğu gibi 'yalnızca kör bir kayıkçı görmüştür...' Belki de debelenmelerle ve gel-gitlerle giden yıl, büyük devinimlerle gelecek kararlı bir yılın ve yılların habercisidir. Mutlaka öyledir. Ne de olsa yeni bin yıl müthiş ümitler vaat ediyor. (*) (Dokuz yıl önce, yine bir "yıl sonu" nda dökülmüştü yazıya, Attila İlhan'ın şiirinden ve Ahmet Kaya'nın şarkısından "mülhem" satırlarımız... Dokuz yıl sonra da, ömrümüzün sessiz katl"leri sürüyor işte... Sessiz ümitleri de... Yine de, daha şimdiden umutlu ve mutlu yıllara...)
|