Ya Ankara'da tarihin başı?
Türkiye'nin kabile çağı idraki ile yürüttüğü Kuzey Irak siyasetinin iflasına ilişkin 'Kırmızı pasaport silgisi' başlıklı yazımın sonunda bir çağrım vardı: Öyleyse, kendi ellerimizle kurduğumuz bir devletin aleyhine akıntıya kürek çekmek yerine yeni bir siyaset geliştirmeli değil miyiz? Bunun temeli de, en erken on yıl sonra sonuç vermeye başlayacak samimi ve yeni bir Türkmen siyasetidir.. Ankara, artık devlet etme iddiasında ise, bunun ne demek olduğunu bilmelidir.. Bu çağrıya yankı niteliği taşıyabilecek dikkati hak eden değerlendirme hükümetin yarı-resmi strateji başdanışmanı gibi görünen Ömer Çelik'ten geldi.. Sabah'taki yankı saydığım -öyle bir amacı olmasa da- yorumuyla Çelik, Türkmen konusunun Türkiye için önemini vurguluyor. Ayrıca Kuzey Irak'taki Kürt Federasyonu'na kökten karşı çıkmanın geçersizliğine dikkat çekiyor. Meseleye, Çelik'e çok uzak bir dünyadan baktığım halde, her iki noktada da başlık itibariyle aynı fikirdeyim.. Lakin, aynı olabilecek başlık altında, geçmişle ilgili bağlar ve gelecekle ilgili emeller açısından zıt fikirleri açmak mümkün.. Esasen, Türkiye'nin bütün çevresi ile olduğu gibi Kuzey Irak konusundaki siyasetsizliğinin ana sebebini de mensubiyet duygusu ile ilgili farkların yapay çekişmesinde aramak lazım:
İçerik duyarsızlığı Temelde doğru ve ülkeye yarar sağlayabilecek bir öneri, bir dış siyaset yönelimi, onu dile getirenin ideolojisi, kökeni veya dış bağlantıları yüzünden çöpe atılabiliyor, hatta çoğu zaman yerleşik kör siyasetin devamı için karşıt tez olarak istismar edilebiliyor. Özellikle Kuzey Irak'a yönelik Türkiye siyaseti hakkında öneri veya eleştiri bağlamında söylenenden çok söyleyen önemli!. Kazara HADEP konuyla ilgili akla ve mantığa uygun, Türkiye'nin birliği açısından yararlı bir teklifte bulunsa onu ciddiye almak bile ihanetle eşdeğer davranış olarak görülüyor. Karşı taraf da bunu yapıyor: Ne zaman ulus devlet, ülke bütünlüğü, milli strateji türü kavramlarla Kuzey Irak'a yönelik siyasetsizliğimize eleştiri ve öneri getiren birini görseler, o köhne "Kürtler de aslen Türktür" tezini, sadece onu hatırlıyor, hemen önyargı ile beyin kepenklerini indiriyorlar.. Böylece, hasbelkader anlık imkanlarla devlet etme fırsatı bulanların önünde iki seçenek kalıyor: Mavi dost kuvvetlerin tezi ile kırmızı düşman kuvvetlerin tezi.. Biri "Kuzey Irak'ta Kürt Federasyonu ve hele hele Kürt Devleti asla kabul edilemez" yolundaki beyhude çırpınış.. Öteki "Şimdi artık, Kürt Federasyonu konusunda ABD ve İsrail şahinliği ile aynı siyaseti paylaşmalıyız" mealindeki -şu an zaten büyük ölçüde fiilen uygulamada olanstratejik tahliller! Bu ikilem yıkılmadan devlet etme erki kullanılamaz, daha sarih bir deyişle devlet olunamaz!
Ve kuzgun leşe Bir yakada, Türk kökenli olduğu için sığ milliyetçilik asabiyetiyle -iş işten geçtiği halde- hala "Kürt Devleti istemeyiz" narasını siyaset diye dayatanlar.. Onların hemen yanı başında, kendilerini Türk hissetmeyip başka bir nesepten gören ve Kürtlere kıskançlıkla karışık tepkileri yüzünden aynı siyasetsizliği benimseyenler.. Öbür yakada ise, Kürt kökenli oldukları için samimi doğruları dahi şüphe ile karşılananlar bir kalem.. Yine Kürt kökenli oldukları için Kuzey Irak'taki Kürt Devleti'ne sevinenler bir kalem. İçlerinde büyük Kürdistan hayalini paylaşıp Türkiye'nin Güneydoğusu ile birleşeceği günleri düşleyenler de başka bir kalem.. Onların yanı başında da, Beyaz Türk cemaati mensubu veya güdümlüsü olmanın kolaylaştırdığı fiili dünya vatandaşlığı sefasını sürenler.. Yani, doğal manda duygusu ile küresel çetenin öngördüğü Kuzey Irak'ı Kürt eliyle İsrail'in uydu devleti yapma siyasetini bilerek-bilmeyerek benimseyenler.. Bu kutuplaşma karşısında, kazara devlet etme yetkisi sizin elinize geçse ne yaparsınız?. Siz ki kendinizi kırmızı kuvvetlere de, mavi kuvvetlere de kalben yakın hissetmiyor, ayrıca küresel manevralar alanında hiçbir işe yaramayan halk desteğinden başka kuvvete de sahip bulunmuyorsunuz.. Ya Ankara'da devletsizlik tarihine noktayı koyacak çapı sergilersiniz, ya da iki cami arasında beynamaz kalırsınız..
|