Düşünce yapısında değişim
Şiddetin hiç değilse azalacağı bir yeni yıl için dua ederken John L. Esposito'nun 'şartlı tahmini'ni "daha çok beklersin" der gibi zihnimde yankılanıyor: "Eğer Batılı güçler dış siyasetlerini ve otoriter yönetimlere desteklerini yeniden düşünme ve değerlendirme ihtiyacını duyarlarsa, bütün dünyada Müslümanlar'ın ana kitlesi, İslam'a dinci aşırılık yanlılarından gelen tehdide daha mücadeleci bir tavırla yönelme ihtiyacı duyacaktır. Onların cihatları ya da mücadeleleri, dini, entelektüel, tinsel ve ahlaki olacaktır." Esposito'nun 'İslamcı Terör'ü kökünden araştırma iddiasındaki kitabı 'Kutsal Olmayan Savaş'taki 'şartlı tahmin'e katılıyorum.. Fakat bu yaklaşımdaki yüzeyselliği de göz ardı etmiş değilim.. Yüzeysellik sadece, koştuğu şartın gerçekleşmesinin -en azından şimdi ve yakın gelecekteimkansız denecek kadar uzak ihtimal olmasından; "Batılı güçlerin dış siyasetlerini değiştirmeleri" nin önünde sayısız mistik, kültürel, stratejik ve ekonomik engel bulunmasından kaynaklanmıyor. Asıl yüzeysellik, Batı ile İslam dünyasını zorunlu ve neredeyse ebedi bir çatışmaya mahkum gösteren bu düşünce yapısından doğuyor. Oysa bu iki dünya, "Medeniyetler Çatışması" na aday bulunsalar veya kılınsalar da artık geri dönüşsüz biçimde iç-içeler. Bugünkü iletişim ve dolaşım şartlarında dünyanın, Batı olmayan yeri neresi?. Sözde Şeriat yönetimindeki Suudi Cidde sahilleri ile Yeni Roma'nın payitahtı New York'un Harlem'i arasındaki farkın gittikçe kapandığını görmemek mümkün mü?
Kökten dönüşüm için Bununla birlikte Esposito'nun 'şartlı tahmini'ni bağladığı son cümlesindeki beklentiyi tartışmak bir derinlik umudu doğurabilir: "Onların cihadı ya da mücadelesi, dini, entelektüel, tinsel ve ahlaki olacaktır." Fikrimce bu beklenti, Batılı güçlerin dış siyasetlerini değiştirmesi şartına bağlı olmamalı.. Dahası, Batı şimdikinden kötü işler de yapsa, hatta Richard Falk'ın deyimi ile 'küresel apartheid' siyasetinden daha aşırısına bile yönelse, yine de Müslüman insanın mücadelesi her zamankinden daha derinlemesine 'dini, entelektüel, tinsel ve ahlaki' bir yönelim kazanabilmelidir. Gerçi bu beklenti adına ön belirtiler zaten var. Ancak İslam dünyasını genel anlamda azgelişmişlikten ve edilginlikten kurtarıcı bir dönüşüme yarayacak boyutta 'dini, entelektüel, tinsel ve ahlaki' yönelimin gerçekleşip etkili bir verim ve birikime uzanması kolay değil.. Bunun için İslam dünyasında, -aslında başka dünyalarda da- düşünce yapısının kökten değişimini beklemek, o yolda çok yoğun bir zihinsel enerji harcamak durumundayız.. Düşünce yapısını değiştirmek nasıl bir şey? Böyle bir devrimin temellerini bu sütuna ancak bir örneklemeyle sığdırmak mümkün: Bilindiği gibi, gerileme sürecinin başından bu yana İslam toplumlarında yenileşme ve değişme hareketlerini yönlendiren kadroların, daha sonra -köktenci veya ılımlı- bütün Müslümanlar'ın temel bir hevesi vardır:
Zor ama imkânsız değil Batı teknolojisine sahip olmak.. Ne için? Düşmanla savaş meydanlarında baş edebilecek donanıma sahip olmak için.. Bu hevesin günümüzdeki yansıması atom bombasına sahip olma arzusudur. Oysa böylesine insanlık dışı bir silahı edinme arzusu, -sırf caydırıcılık amacıyla dahi olsa- Kur'an'ın çağrısına kökten aykırıdır. Gerçi bu aykırılığa itiraz için Kitap'tan ve Sünnet'ten, kağıt üzerinde geçerli kanıtlar getirilebileceğini biliyorum. Ancak, atom bombası edinmenin Müslüman insanı, ona sahip bulunan ötekilerle denk bir barbarlığa indireceği tartışılamaz bile! O zaman nerede kaldı, İslam'ın 'son ve mükemmel çağrı' oluşu? Müslüman, atom bombası için kafa patlatacağı yerde, bu mel'un ve meş'um silahı etkisizleştirecek mucizevi bir buluşun peşine düşmeye memur değil mi? Düşünce yapısındaki köklü değişimin örneği bu. Ne var ki böyle bir devrim, dünyanın en zor işi. Michaela Mihriban Özelsel'in "Halvette 40 Gün" isimli eserinde yaptığı bir alıntıdaki (W. Gerl'den) cümle, bu zorluğu güzel özetler: "Çünkü düşünce yapısının değiştirilmesine yönelik bu talebin uyandırdığı his, insanın ayağının altından zeminin kayması gibidir."
|