| |
Kurt elmanın içinde
İki gün üst üste Suudi Arabistan'ı yazacağız. Çünkü Türkiye'den ilk kafileler kutsal topraklara hareket ederken, Suudi Krallığı tarihinin en sıkıntılı, hatta en tehlikeli hac mevsimine hazırlanıyor. Bir yandan El Kaide'nin tehditleri, bir yandan sosyal patlama tehlikesi... İlkinden başlayalım. Batılı haber alma örgütleri El Kaide'nin hac döneminde Suudi Arabistan'ı "Kan gölüne çevirecek" eylemlerin hazırlığını tamamlamak üzere olduğu uyarısı yapıyorlar. Usame Bin Ladin'in sözcüleri de "Harameyn Tugayları" adını verdikleri birimlerinin harekete geçmek üzere olduğunu duyuruyorlar. Suudi yetkililer can havliyle müthiş bir insan avı başlattı. Oteller, bakanlıklar, siteler beton bloklarla çevrildi. Yollarda neredeyse her kilometrede kontrol noktaları oluşturuldu. Dağlık bölgeler 24 saat helikopterlerle taranıyor. Şüphelilerin ve arananların fotoğrafları her gün basında yayınlanıyor. Hatta "El Riyad" gibi listeyi katlanıp cepte taşınacak şekilde ek olarak verenler bile var. Hem de arananlardan biriyle karşılaşıldığında neler yapılması gerektiğine ilişkin uyarılarla ve her birinin başına konulan ödül tutarı belirtilerek. Ödül 272 bin dolardan başlıyor, arananın önemine göre 1.9 milyon dolara kadar gidiyor. Bir de şu sıralar, Suudi Arabistan'ın en cesur kurumu olan basında yığınla özeleştiri yayınlanmaya başladı. Bu yayınların hepsi de bir noktada birleşiyor: "Kurt elmanın içinde. Radikal İslam'ı biz yarattık." Sadece Suudi Arabistan'ın değil, tüm dünyanın tadını tuzunu kaçıran radikal İslam'ın böylesine yayılması, dalbudak sarmasının nedenleri şöyle sıralanıyor: 18 milyon nüfuslu Suudi Arabistan'da 40 bini aşkın cami var. Bunlarda 130 bin din adamı görev yapıyor. Ayrıca günah-sevap görüşleri veren kurumda (İnsanları uyaran, hatta gözaltına alan kolluk gücüne de sahip) 8 bin kişi çalışıyor. Bunların ortak özelliği, hepsinin de yobaz oğlu yobaz olmaları. Her gelişmenin, her açılımın gerekirse şiddet kullanarak önlenmesi, bastırılması yolunda vaazlar vermeleri.
Şairin ölümü O kadar fanatik, öylesine acımasızlar ki, potansiyel tehlike gördüklerini dünyanın öbür ucuna bile gitseler bulup öldürtüyorlar. Son örnek: Suudi Arabistan'ın en önemli aydınlarından, şair Prens Talal Bin Abdulaziz El-Raşid'in tatil için gittiği Cezayir'de oğluyla birlikte öldürülmesi. Prens 40 yaşındaydı, oğlu ise 13. Bakın "Saudi Gazette" bu cinayetten sonra neler yazdı: "Bir kürsüye çıkıp, tüm insanlık gibi bizim de terörizmden acı çektiğimiz nutukları atmak kolay. Ancak bu, entellektüel açıdan korkaklığın ifadesinden başka bir anlam taşımaz. Talal ünlü bir ozandı. Ataları tarih kitaplarında adlarından söz edilecek kadar uzun süre Suudi Arabistan'ı yönetmişlerdi. Onu öldürenler dünyayı susturmak istiyorlar. O genç adam hangi tarafta olduğunu söylemeye bile tenezzül etmiyordu, ancak her fırsatta insan olmanın ana koşulunu tartışmak, karşısındakini dinlemek, ondan birşeyler öğrenmek diye özetliyordu. "Gerçeği haykırmak zamanı geldi: Sorun biziz. Biz Suudiler, biz Araplar. Bunu fark etmeyenler ya aptaldır, ya da suç ortağı..." Bu çığlığın ne denli doğru olduğunu, Suudi yetkililerin son itirafları doğruladı: Evet, krallık, Vahabiliğin yayılması için 1973'ten bu yana, yani son 30 yılda 70 milyar dolar harcamıştı. Afganistan'daki Taliban hareketinden Pakistan'daki medreselere, Endonezya'daki köktendinci örgütlerden Avrupa ve Amerika'daki cemaat camilerine kadar tüm odaklara oluk oluk para akıtılmıştı. Bir nokta daha: ABD tüm bu sırları biliyordu ama çıkarları gereği göz yumdu. Çünkü 1950'lerde Başkan Eisenhower'ın geliştirdiği doktrini gelen-giden tüm yönetimler aynen uyguladılar. Ta ki 11 Eylül 2001'deki saldırılara kadar. Doktrin şu: "Suudi Arabistan bir benzin istasyonudur. Onu korumak gerekir. Onu korumak için de tüm Arap monarşileriyle, diktatörlükleriyle dost olmak gerekir." O doktrin sonunda benzin istasyonunu alevler içinde bıraktı. Peki alevler söndürülebilir mi? Yoksa istasyon kül mü olacak? Onu da yarına bırakalım...
|