| |
|
|
Her topa girmek veya her ortaya kafa vurmak!.
Perşembe akşamları NTV'de yayınlanan "Basın Odası"nın, 2003'teki sonuncusunu, Cağaloğlu'nda Basın Müzesi'nde yaptık. Bu müzede insan, ister istemez nostaljiye düşüyor. Duvarlarda, bazıları ölmüş, bazıları öldürülmüş arkadaşlarınızın, meslektaşlarınızın resimleri asılı. Toprağı bol olsun... Cumhuriyet'in ressamı Agop Arad'ın resmi karşısında, gözlerim yaşardı.. Elif Naci'yi de andım. Gerçekten, bir aile ocağı gibiydi o dönemin gazeteleri. Uzun ömürler ve daha nice besteler dilediğim Selmi Andak'ı da hatırladım Agop Arad ve Elif Naci'yi anarken. Selmi Andak'ın, kendisine veya ortaya fırlatılan her şeye atlayıp, yakalamaya çalışmak gibi bir garip huyu vardır. Bir kolunun altında daktilosu, öbür kolunun altında çantası, ellerinde yazıları, yazıişleri odasına girerdi Selmi... Başta Genel Yayın Müdürümüz Ecvet Güresin olmak üzere, hepimiz hazırlıklı beklerdik. Selmi Andak yazıişleri odasına girince, kimimiz su dolu bardağı, kimimiz izmaritlerle dolu sigara tablasını, kimimiz kadrat cetvelini ve ne bulursak her şeyi, odanın ortasına doğru fırlatmaya başlardık. Selmi Andak, fırlatılan her şeyi yakalamak için, kolundakileri, elindekileri yere atar, oradan oraya uçmaya başlardı. Basın Müzesi'ni gezerken, bütün bunları hatırladım.. Dün baktım Fatih Altaylı, Selmi Andak gibi olmuş.. Hürriyet'teki köşesinde demiş ki. - Mehmet Barlas geçen hafta bana gönderme yaptı, benden başka herkes bu topa girdi. Geçen hafta İmar Bankası konusunda "Reklamcıların sorumluluğu" konusunu işlerken, Fatih Altaylı'nın bir cümlesini almıştım. Onun dışında, hangi konuda ne dedim ki, Fatih Altaylı bunu kendine yapılan bir gönderme zannedip, dünkü yazıyı yazdı ve topa girdi acaba? İşin daha da kötüsü, topa girmenin veya Hıncal Uluç'la sürdürdüğümüz arkadaşça yazışmanın arasına girip, "Barlas gündemle hiç alakası olmayan abuk sabuk konular da yazar" gibi bir üslup kullanmanın, ne anlamı olabilir ki? Bir başka yazarın o gün işlediği konuya ilgi duymuyorsan, okur veya okumadan geçersin. Benim tavla konusundaki yazım da öyleydi. Bir yaz günü, Bodrum'da deniz kenarında tavla oynayanların, bir şans oyununa nasıl bağlandıklarını, sadece bir yazıda vurguladım. Bunu Emre Aköz alıp "Tavla şans oyunu değil, şans yönetimi oyunudur" diye, tartışma alanına sürdü. Sonunda bir ayı aşkın süre, herkes "Tavla şans oyunu" mu konusunu tartıştı. Bu tür konular, bir çeşit, denize olta atmaya benziyor demek. Balıklar nasıl oltaya vurursa, bazıları da ortaya atılan konuya vuruyor. Dün de, Fatih Altaylı vurdu benim Hıncal'la birlikte attığımız oltaya... Bunu görüp, kabullenecek yerde, "Köşe yazarlığının asgari ciddiyeti bile bunu kaldırmaz" benzeri yargıları seslendirdi. "Ciddiyet" dalında Nobel Ödülü Jürisi olmaya heveslenmek yerine veya kendisine her zaman özen gösteren bir meslektaşının "abuk sabuk yazılar yazdığını" söylemek yerine, hiç topa girmese, daha ciddi davranmış olmaz mıydı? Geçmişte de böyle bir şey yazmış ve sonra "Hatalıydım" diye özür de dilemişti oysa.. Yani can çıkar, huy çıkmaz mı?
|