| |
Ararat kavgası
Geçenlerde, 15 yıl kadar önce yaşanmış, ancak "sır" gibi saklandığı için çok dar bir çevrenin "bilgisi dahilinde" kalmış bir olay anlattılar. Müthiş etkilendim. Paris üniversitelerinin birinde görev yapan Ermeni kökenli bir profesör, dünyaya veda etmeden önce doğduğu toprakları görmek ister. İstanbul'daki bir dostunu arayıp dileğini anlatır. Sözleşirler. Profesör İstanbul'a gelir, otomobille Anadolu yollarına düşerler. 48 saat sonra. gecenin karanlığında köye varırlar. O saatte sadece bir kahvehane açıktır. Girerler. Selamlaşma ve tanışma faslından sonra ziyaret nedenini anlatırlar, "Kalabileceğimiz bir yer var mı" diye sorarlar. Köyün ak sakallı imamı, cami bitişiğinde tek göz kulübe olduğunu söyler, "İsterseniz sobasını yakayım, gidin kalın" der ve ekler: "Ancak kulübede tek yatak var. Biriniz koltukta uyuyacaksınız." Kabul ederler. Yol yorgunluğunun ve sıcak sobanın etkisiyle İstanbullu rehber koltukta uyuyakalır. Saatler sonra ağlama sesiyle uyanır. Bakar; profesör ile imam birbirine sarılmış. Ne olduğunu sorar. Profesör iki hıçkırık arasında, imamı işaret ederek, "Benim öz kardeşim" der... Meğer 1900'lerdeki kasırganın savurduğu ailelerden birinin iki dalıymış onlar. Ailenin yarısı göç etmiş, diğer yarısı kalıp din değiştirmiş. Sonra imam konuşur: "Bir an önce gitmeniz gerekiyor ama onu ikna edemiyorum. Köylü beni atadan Müslüman biliyor. Ermeni'den dönme olduğumu öğrenirse kimse arkamda namaza durmaz..." Rehberin de epey dil dökmesinden sonra profesör kimselere görünmeden ayrılmayı kabul eder. Köyden uzaklaşırken kulaklarına imamın Saba makamından okuduğu sabah ezanı gelir dalga dalga. Gözyaşlarını tutamazlar... Nice uygarlıkların fışkırdığı, nice kavimlerin ve milletlerin gelip geçtiği veya birbirine karıştığı Anadolu'nun bilge toprakları bağrında bunun gibi kimbilir daha ne sırları saklıyor...
Görmeden yasaklatmak Bütün bunları Ararat filminin kopardığı gürültü çağrıştırdı. Biliyorsunuz, Ermeni asıllı Kanadalı yönetmen Atom Egoyan'ın çevirdiği Ararat, Belge Filmcilik tarafından Türkiye'ye ithal edildi. Şirketin sahibi ünlü yönetmen Sinan Çetin'in kardeşi Sabahattin Çetin. Turizm ve Kültür Bakanlığı Denetleme Üst Kurulu bir sahnenin kesilmesi koşuluyla gösterimine izin verdi. Bakan Erkan Mumcu da "Türkiye bu tür şeyleri sindirebilir. Hoşgörülü davranmayacağımızı düşünüyorlar ama Geceyarısı Ekspresi'ndeki hataya düşmeyeceğiz" diyerek yeşil ışık yaktı. Sen misin izin veren; Ülkü Ocakları ayaklandı. Vay efendim, "Türk düşmanı Ermeni lobileri nasıl cesaretlendirilirmiş..." Tabii gözdağını da ihmal etmediler: "Türk düşmanlığının bedeli var." Sabahattin Çetin derdini anlatmaya çalışıyor. Şöyle diyor: "Ararat o kadar kötü ki, Ermeniler bile 'yüz karası' dedi. Yasaklarsak filme değer vermiş olacak, amacına hizmet edeceğiz. Oysa biz filmi göstererek silahın geri tepmesini istiyoruz." Filmi görmeden engellemenin gülünçlüğünden vazgeçtim. Gösterimden vazgeçilirse, AB'- nin kaş çatmasından da vazgeçtim... Ama bir soruma cevap istiyorum: Biz iddialar karşısında bu kadar mı zayıfız ki, en küçük deşelemede panikleniliyor? Hayır, bin kere hayır. Arşivlerimizdeki bilgi ve belgeler bu kadar mı güvensiz ki, ilk karşı hamlede ateş küllemeye kalkışılıyor? Yine bin kere hayır. Biz güveniyor, inanıyoruz. Çünkü ellerimiz temiz. Bir Fransız atasözü "Her ailenin dolabında bir ceset yatar" der. Gelin dolabı açalım, kimbilir, belki de ceset yok...
|