| |
|
|
Gazeteciliği "neremizle" yapmalıyız?..
Hürriyet'te yayınlanan "muhabirin iş kazası" fotoğrafı kıyametler koparttı. Kızcağız sürekli ağlayıp "annem babam bu fotoğrafı görecek. Ben şimdi ne diyeceğim onlara?" diyor, sinir krizleri geçiriyormuş. Meslektaşlar arasında da "infial" yaratmış bu fotoğraf. Herkes kaleme, kağıda, klavyeye sarılıp medya sitelerine mesajlar gönderiyor. Birkaçını takdim edeyim önce: -Acaba bir gecede devşirildiği köşe yazarlığında her gün reglden ve sevişmelerinden bahseden Ayşe Arman'ın fotoğrafı olsa böyle kullanılır mıydı? -Bu iş sadece muhabirle sınırlı ve onun inisiyatifinde midir? -Celal Korkut (istihbarat şefi) bu işe çanak tutarken hangi hislerin etkisindeydi? -Emin Çölaşan bu konuya ne diyecek? -Fatih Altaylı ne tavır alacak? -Tecrübeli foto muhabiri Hüsnü Savaş böyle bir şeyi nasıl yapar?
Kurban kim acaba? Bütün bunlar konuşulması, tartışılması gereken şeyler elbette. Nitekim öyle de oluyor. Ancak ıskalanan bir şey var sanki. O fotoğrafın 'kurbanı' olduğu ileri sürülen arkadaşımızın hiç mi kusuru yok?
Misyon ne?.. Malum ya; her muhabir kendi payına, çalıştığı kurumun bir temsilcisidir. Sadece kurumun da değil, bulunduğu meslek dokusunun da bir hücresidir aynı zamanda. Ve adı konmuş- konmamış bu temsil etme misyonu gereği, hal ve hareketler, kılık ve kıyafetler de özenilmesi gereken şeylerdir.
Fark etmez mi? Bakın arkadaşımız ağlayarak ne diyormuş; "Annem babam da bu fotoğrafı görecek!.." Yani onlar görmese sorun yok mu? Kongre salonunda olanlar görse de fark etmez anlamına mı söyleniyor bu yani? Elbette kendimizi de, bu fotoğrafın basılıp basılmamasını da eleştirelim, tartışalım. Ama işin bu tarafına da önem verelim, öyle değil mi?..
|