| |
|
|
Bu robotlar traş eder!..
Renoult-Mais Fabrikası'nda gezerken "robotların dansı" nı izledim. Otomobil üretimi sırasında pek çok marifet gösteren robotlar, tesis içinde ayrı gayrı yerlerde konuşlandırılmış. Ancak ortalara doğru ilerleyince bir grup robotun toplu halde durduğunu görüyorum. Her biri ayrı hareketi ama sanki bir koreografi dahilinde yapar gibi.
Narin nazenin Örneğin; çelik kollardan ikisi Reno yan kapısı olmasına ramak kalmış sac levhayı alıp, havada takla attırıyor. Sonra bir "es" verip yeniden deviniyor. Ardından dantelalı tepside kahve taşıyan halayık gibi, nazikane şekilde götürüp bırakıyor oracığa.
Dans mı, bale mi? O sac kapılar, dev preslerin sunak taşında erken kündelenmiş pehlivanlar gibi boylu boyunca yatıyor 5-10 saniye kadar. Bilahare komşu robotun çelik ellerine uzanıp mıknatıslanıyor onlara. Puntolar atılıp, kaynak kıvılcımları savrulurken, ortaya oldukça Heavy Metal müzik eşliğinde robotların dansı, hatta balesi çıkıyor.
Çizer haa!.. Ben elektronik ve teknolojinin insan zekasında imbiklenip böyle bir temaşa sanatına dönüşmesini izlerken epey şapşallaşmış olmalıyım. Türk müdürlerden biri omzumu dürtüp daha da şaşırtıcı darbeyi vuruyor. Diyor ki: "Savaş Bey, bu robotlar sizi en usta berberden daha iyi traş eder. Eğer yüzünüzde çizik, kanama filan olursa anlayın ki siz hareket etmiş, rahat durmamışınızdır."
Fıstık gibi Sonra bir bisiklete atlayıp tarassuta devam ediyorum fabrika içinde. Çünkü fıstık gibi otomobiller üreten bu koskoca fabrikada bir yerden bir yere ancak bisikletle gidiyormuş denetçiler. İşte onlardan birinin velespitini kapıp kıyı kenar yerleri de geziyorum çabuk çabuk.
Bana kameramanını söyle "El becerisi geliştirme kabini" önünde kalabalık halde yakalıyorum bizim ekibi. XXXXL ölçülü Emre Aköz hariç hepsi üzerlerine beyaz gömlek giymiş benim gibi. Huşu içinde anlatılanları dinliyorlar. Orada darbeli matkap aygıtına benzeyen tabanca şeklinde bir alat-ı katıayla civataları bir sıkıp bir söküyorlar. El becerimin ne kadar gelişkin olduğunu göstermek için tezgâhın başına geçerken, yüzüne bile bakmadan yanımdaki bir beyaz gömlekliye teslim ediyorum mini kameramı.
İstikbal endişem!.. Maşallah çok istidatlıyım ve hemen uyum sağlıyorum işe. Gel gör ki 30 saniye kadar sonra yüzüm kızamık döküyor utançtan. Meğer kamerayı herhangi birine değil, Genel Yayın Müdürümüz Ergun Babahan'a teslim etmişim. O da hani Allah var; trip atıp, kompleks yapmadan, gayet çelebi bir halde kayda girmiş çekiyor beni. Tamam; hadi orada tevazuu göstertti, bana bir şey demedi. Lâkin bir yazarın, tam vidaları gevşetirken, müdürü tarafından ve hem de bizzat belgelenmesi ileride türlü sakıncalar doğurur di mi?..
|