kapat
09.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Fazıl Say'la iki rüya gecesi..

Afrodisias Vakfı'nın gecesinde AKM tıklım tıklımdı.. Ben, insanlara yer numarası verilmeyen davetleri sevmem.. Galadır.. Bir yığın dost orada olacaktır. Erken gidip iki çift laf edeceksiniz, gecenin tadını çıkaracaksınızdır.

Nerde.. Erken gelen oturur sistemi uyarınca, görgüsüzler konserden, oyundan, gösteriden bir saat önce gelir yer kapmaya başlarlar.. Oturacak bir yer bulma telaşına düşenler de onları izler ve bir rezilliktir gider..

Niye yer numarası verilmez?.. Geceyi düzenleyenler kendilerine güvenmezler de ondan.. Arkada, yanda kalan ya gücenirse.. O zaman boş ver.. Sorumluluk sende olmasın da, insanlar isterse smokinle merdivende otursun..

Yapmayın, ne olur yapmayın..

AKM, o gece aynen öyleydi.. Biz girerken "Yerler kapılmış" diye geri dönenler vardı..

Ben "Başlıyor" anonsuna kadar kuliste direndim.. Girdim ve en arka sıraya oturdum. Dünyanın en kötü, en akustuği bozuk bu hangar bozmasında, konser izlemek zor aslında.. Tiyatro ve opera izlemek de zor ya..

Fazıl'ı dinlemek için herşeye razı olur insan.. Bir de sevgili Vural ve Meral Gökçaylı'nın hatrı var tabii..

Hiç hesap etmediğim bir şey oldu.. Arka sıralarda tavan basıyor. Ayağa kalkıp el uzatsanız, tavana değeceksiniz.. İçerde yüzlerce insanın nefesinin ısıttığı hava..

..Ve Fazıl bir Haydn çalıyor.. Ama nasıl çalıyor.. Rüya gibi.. Müzik öyle şurup gibi akıyor ki içinize usul usul.. Gözlerinizi kapayıp hayale dalmak istiyorsunuz.. Ama, bu basık, bu sıcak, bu boğucu havada, gözlerimi kaparsam, bir daha açamayacağımı da hissediyorum..

Bu şiirselliği, bir hayal aleminde yaşamak güzel ama, korkuyorum..

İkinci yarıda Mozart'ın Rondo Alla Turcası ile başladı Fazıl.. Rüyalardan gerçeğe döndük Allahtan..

..Ve finalde, Veysel.. Kara Toprak!..

Ben Kara Toprak'ı Veysel'in kendinden dinleme şansına ulaşmış, ender talihli insanlardan biriyim..

Veysel dışında bir Kara Toprak tanırım..

Doğan Canku'nun, New Age havasındaki son düzenlemesi..

Tüylerim diken diken olmuştu.. Yalvarmıştım Doğan'a.. "Veysel'i en iyi anlayan, en iyi özümleyen adamsın.. Kara Toprak'ı esas alıp, bir Veysel Konçertosu yap" diye.. Tembel..

Ben yeteneklerini Doğan kadar az kullanan adam görmedim.. İstese dünya çapında bir Flamenco, bir Klasik gitar virtuözü olurdu. İstese, dünya çapında bir besteci olurdu.. İstese, gitarı ve müziği ile dünyayı dolaşırdı.. Ya o bambaşka ses!..

İstemedi?.. Neden?.. Bilmem..

Ve şimdi üçüncü Kara Toprak'ım var.. Veysel'in kendisinden ve Doğan'ın o inanılmaz aranjmanından sonra.. Fazıl Say'ın Kara Toprak'ı..

Keşke Veysel de yaşasaydı.. Keşke Veysel de, Fazıl'ı dinleseydi..

Olağanüstü demek az.. Muhteşem demek yetmez.. "Bu dünyanın dışında bir şey" bu düzenleme..

Doğan'ın yapmadığını sen yap Fazıl.. Bir Veysel Konçertosu yap, dünya tanısın aşığı.. Kara Toprak'la.. Uzun İnce Bir Yoldayım'la..

Ertesi gece müzik dinlemek için yapılmış bir salonda, insanların eline efendi gibi numaralar verilmiş bir salonda, Cemal Reşit Rey'de dinledim Fazıl Say'ı..

Bu defa en ön sıradan..

İzlemek değil, izlenmek için gelenlerin protokol sırasıdır bizde en ön.. Yoksa sahnede ne olursa olsun, en kötü yerdir birinci sıra.. En ucuz..

Piyanoda iyi yer genelde piyanistin sırt tarafıdır.. O zaman onun usta ellerini izleme şansını yakalarsınız..

Ben Fazıl'ı ya uzaktan, ya da sırttan izledim hep.. Bu defa ilk defa yakından, yüzünü görerek seyrettim..

Evet, seyrettim.. Ve bambaşka bir Fazıl tanımama fırsat verdi yerim..

Bu çocuk, evet, bu sözcüğü bilerek seçtim, bu "Çocuk" piyano çalmıyor.. Piyano ile oynuyor..

Müzik, notalar parmakları ile sese dönüşmeden önce kafasında oluşuyor.. Müziği beyninde duyuyor önce.. Sağır Beethoven gibi.. Dudakları ile mırıldanırken, tuşlara dokunuyor..

Ama nasıl dokunuyor?..

Haydn'ın o deli dolu, o hızlı, o coşkulu sonatlarını çalarken, nasıl kendinden geçtiğini yakından gördüm.. Yüzünde öyle hınzırca, öyle yaramaz, öyle haşarı bir çocuk ifadesi var ki?.. "Sen öyle yazarsan, ben de böyle çalarım" diyor sanki.. Sanki Haydn'ın yazmadığı notaları, bu çocuk keyfi içinde canı çektikçe aralara sıkıştırıyor..

Fazıl'ı, kendinden geçmiş çalan bu Fazıl'ı seyretmek, dinlemek kadar güzel..

O zaman, onu böyle yakından izlerken anlıyorsunuz, çalan cep telefonunun niye onu deliye döndürdüğünü..

Sahnenin kenarından hızla geliyor.. Hızla bir selam veriyor.. Piyano önündeki sandalyeye oturuyor.. Bir nefes alıyor..

..ve dış dünya ile tüm ilişkisini kesiyor.. Antenlerini kapıyor.. Artık görmüyor, duymuyor.. Beyninde tek şey var, notalar ve beyinde oluşan bu müziğin, parmaklar aracılığı ile piyanoya yansıması.. Böylesine derin bir yoğunlaşmayı, hem de böylesine bir coşku içinde, yaşayan müziğe dönüştürürken, dış dünyadan gelen bu çirkin ses.. Onu bu iç aleminden koparıp, dışa alan, saygısız gürültüye insan çıldırmaz da ne olur?..

Fazıl'ı tanıdıkça, Fazıl'ı dinledikçe, Fazıl'ı anladıkça daha çok seviyorum..

***
AKM'de Fazıl'ı överek göklere çıkaran, bin türlü teşekkür eden vakıfçıların ayni gece gazetecilerin kulaklarına "Fazıl indirim yapmadı, bu yüzden beklediğimiz geliri sağlayamadık" dedikodusunu fısıldamalarına fena halde üzüldüm..

Güzelini, doğrusunu, asilini ÇEV yönetimi yaptı. CRR Konserinin ertesi günü, bana, sanırım geceyi izleyen diğer köşe yazarlarına (Ben sadece Güneri'yi gördüm. O da kaçırmaz böyle güzellikleri..) bir mektup yazarak, Fazıl Say'a teşekkürlerini bu defa yazıyla tekrar ettiler:

"Olağanüstü yeteneği ve inanılmaz duyarlığı ile Fazıl Say, bir Cumhuriyet Çocuğu. Aydın olmanın sorumluluğunu taşıyan eşsiz bir insan. Onunla gurur duyuyoruz.. Bu gelirle eğitim olanağı bulacak çocuklarımız adına, bizlere yaşattığı olağanüstü gece için sonsuz teşekkürler ederiz.."

Fazıl, şimdi ÇEV için daha büyük salonlarda, daha büyük dinleyicilere ulaşacak konserler planlıyor.

Farkı, farkediyorsunuz değil mi?.

Sokak Kemancısı..
Faruk Süren "Sokak kemancısından orkestra şefi olmaz" demiş.. Haklı.. Peki o sokak kemancısını Galatasaray'ın başına getiren kendisi değil mi?..

İtalya'da beş yıl Brescia'yı çalıştırmış. O beş yılda takım ikinci ligle birinci arasında asansör.. (Ogan Tarhan'a teşekkürlerimle.)

Ronaldolu, Baggiolu İnter'in başına geliyor. 10 maç sıfır galibiyet ve Şampiyonlar liginden şutlanma ve de İnter'den şutlanma tabii..

Sonra Reggiana.. Bu zavallı takıma, Kolombia'dan 10 milyon dolara bir de jübile yapmış adam transfer ettiriyor. Sonuç.. Kendi sahasında tek galibiyet yok ve küme düşülüyor. Tabii o maddi felaketi yaşayınca ikinci ligde bile tutunamıyor, batıyor.

Şimdi bu sokak kemancısını Fatih Terim'in yerine ben mi getirdim, Sayın Süren?..

Ve de, gerçekten "Öl Sezar!.."

Fatih Altaylı ve Özer Saraçoğlu gibi, gerçekten futbolu, dünyayı bilen iki genç, iki yürekli yöneticisi, kongreye bir ay kala Lucescu'ya iki yıllık kontrat önermişler ki, gelecek yönetimi de bağlasınlar..

Yahu Fatih, yahu Özer, Kutsal İttifak medyası, niye Lucescu'yu göklere çıkarıyor, niye şeyinde boncuk arıyor, onun da mı farkında değilsiniz..

Hedef Galatasaray'ın yolunu kesmekse, bunu iki yıldır Lucescu'dan iyi yapan var mı?..

Tecelli'den Abuzittin'e mektuplar
Abuzittinciğim, Ne güzel, depremi mepremi unutmuştuk ki bu defa Afyon tarafları sallandı. 40'dan fazla ölü, 200'den fazla yaralı.. Esasında 6 derecelik depremden insanların ölmemesi lazım ama bizde ölüyorlar. Afganistan'da da ölüyorlar.. Ama Japon adaları neredeyse her gün sallanıyor ölü-mölü yok.. Meksika da öyle.. İki yıl mı yoksa üç mü, 6 nokta 7 şiddetindeki depremde 1 kişi öldüydü.

Amerikalılara bakıyorsun, 1906 da San Francisco depreminde (7.9) 3 bin kişi göçüp gitmiş. Seksenüç yıl sonra, deprem bu defa 7.1'le vurmuş, can kaybı sadece 67! Demek ki istenirse depremin zararları asgariye indirilebiliyor. Ama bunu insanların gerçekten istemesi lazım!

Aklıma Adapazarı depreminden sonra oradakilerle yapılan anket geldi. Her 100 kişiden 49'u "Allahın bize bir cezasıydı" demişlerdi.. Her 100 kişiden 15'ine göre de bu "kader"di. Gene her 100 kişiden 5'i zelzeleyi "kıyametin alameti" diye tanımladı. Yani 100 kişiden sadece 31'i depremi bi doğal afet saymıştı! Bugün Devlet Bahçeli'nin Samandağ'da etrafını saran depremzedelere dediklerini izledin mi?.

"..Devlet büyüktür!. Gereken yapılacaktır!"

Devlet büyük ama evler çürük.. Taa 5 bin yıl önceki teknikle kerpiçten yapılan şeyler. Tabii ki biraz sallandı mıydı çökecek.. Bunun kaderle kıyametle veya devletin büyüklüğü ile ne ilgisi var.. Ayrıca devlet gerekeni "önceden" yapmalı, felaketten sonra değil! Bu insanlara çamurdan değil temeli duvarı doğru dürüst evlerde yaşama şansı verilemez miydi?... Ama Abuzittinciğim unutmamalıyız ki bu devleti yönetenlerde ankete katılanların seçtikleri.. Aynı düşünüyor olabilirler!

Neyse ki ilerisi için yapışan bazı yararlı çalışmalar da var. Güneri Cıvaoğlu'nun Milliyet'teki yazısında okudum.. İstanbul'da muhtemel bir felakete karşı çok ciddi önlemler alınıyormuş. Mesela bi makine getirmişler, 150 metre öteden bile enkaz altındaki iniltiyi saptayıp ayırt edebilirmiş..

Tabii makineyi kullanmak için kurtarma ekiplerinin olay yerine varması gerek.

Yahu daha geçenlerde İstanbul'da, bi bina çöktü müydü, yandı mıydı ne itfaiye sokağa girip zamanında müdahale edemediydi.. Niye?.. Daracık yola ters park yapan arabalar yüzünden. Daha biz ortada deprem-meprem yokken yolları açık tutmayı beceremiyoruz.. Sen depremden sonra ki karmaşayı düşün!

Prof. Barka meğer vasiyet edermiş.. "15 milyar dolarlık bir yatırımla 5 yılda İstanbul depreme güvenli bi şehir haline getirilebilir. Tıpkı Tokyo tıpkı San Francisco gibi.." derken.

Ama önce "istemek" lazım kardeşim.. Önce İstanbul'u İstanbullusuyla birlikte kurtarmayı istemek.

Münasip yerlerinden öperim Abuzittinciğim

Kardeşin Güneş

TEBESSÜM
Hasta "Doktor yardım etmelisiniz!" demiş, "Korkunç stres altındayım.. İnsanlara karşı ani sinirlenip acayip parlıyorum!"

"Anlatın probleminizi!" demiş doktor.. "Söyledik ya!!" demiş hasta "Nerenle dinliyorsun dümbük.. Tövbe.. Tövbe..!"

SEVDİĞİM LAFLAR
Mutluluk yaşadığınız bir şey değil, hatırladığınız birşeydir.

Oscar Levant

BİZİM DUVAR
Satanizm Türk ekonomisinden de çok etkilendi. Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi.

Hakan&Utku



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır