Afrodisias Vakfı'nın gecesinde AKM tıklım tıklımdı.. Ben, insanlara yer numarası verilmeyen davetleri sevmem.. Galadır.. Bir yığın dost orada olacaktır. Erken gidip iki çift laf edeceksiniz, gecenin tadını çıkaracaksınızdır.
Nerde.. Erken gelen oturur sistemi uyarınca, görgüsüzler konserden, oyundan, gösteriden bir saat önce gelir yer kapmaya başlarlar.. Oturacak bir yer bulma telaşına düşenler de onları izler ve bir rezilliktir gider..
Niye yer numarası verilmez?.. Geceyi düzenleyenler kendilerine güvenmezler de ondan.. Arkada, yanda kalan ya gücenirse.. O zaman boş ver.. Sorumluluk sende olmasın da, insanlar isterse smokinle merdivende otursun..
Yapmayın, ne olur yapmayın..
AKM, o gece aynen öyleydi.. Biz girerken "Yerler kapılmış" diye geri dönenler vardı..
Ben "Başlıyor" anonsuna kadar kuliste direndim.. Girdim ve en arka sıraya oturdum. Dünyanın en kötü, en akustuği bozuk bu hangar bozmasında, konser izlemek zor aslında.. Tiyatro ve opera izlemek de zor ya..
Fazıl'ı dinlemek için herşeye razı olur insan.. Bir de sevgili Vural ve Meral Gökçaylı'nın hatrı var tabii..
Hiç hesap etmediğim bir şey oldu.. Arka sıralarda tavan basıyor. Ayağa kalkıp el uzatsanız, tavana değeceksiniz.. İçerde yüzlerce insanın nefesinin ısıttığı hava..
..Ve Fazıl bir Haydn çalıyor.. Ama nasıl çalıyor.. Rüya gibi.. Müzik öyle şurup gibi akıyor ki içinize usul usul.. Gözlerinizi kapayıp hayale dalmak istiyorsunuz.. Ama, bu basık, bu sıcak, bu boğucu havada, gözlerimi kaparsam, bir daha açamayacağımı da hissediyorum..
Bu şiirselliği, bir hayal aleminde yaşamak güzel ama, korkuyorum..
İkinci yarıda Mozart'ın Rondo Alla Turcası ile başladı Fazıl.. Rüyalardan gerçeğe döndük Allahtan..
..Ve finalde, Veysel.. Kara Toprak!..
Ben Kara Toprak'ı Veysel'in kendinden dinleme şansına ulaşmış, ender talihli insanlardan biriyim..
Veysel dışında bir Kara Toprak tanırım..
Doğan Canku'nun, New Age havasındaki son düzenlemesi..
Tüylerim diken diken olmuştu.. Yalvarmıştım Doğan'a.. "Veysel'i en iyi anlayan, en iyi özümleyen adamsın.. Kara Toprak'ı esas alıp, bir Veysel Konçertosu yap" diye.. Tembel..
Ben yeteneklerini Doğan kadar az kullanan adam görmedim.. İstese dünya çapında bir Flamenco, bir Klasik gitar virtuözü olurdu. İstese, dünya çapında bir besteci olurdu.. İstese, gitarı ve müziği ile dünyayı dolaşırdı.. Ya o bambaşka ses!..
İstemedi?.. Neden?.. Bilmem..
Ve şimdi üçüncü Kara Toprak'ım var.. Veysel'in kendisinden ve Doğan'ın o inanılmaz aranjmanından sonra.. Fazıl Say'ın Kara Toprak'ı..
Keşke Veysel de yaşasaydı.. Keşke Veysel de, Fazıl'ı dinleseydi..
Olağanüstü demek az.. Muhteşem demek yetmez.. "Bu dünyanın dışında bir şey" bu düzenleme..
Doğan'ın yapmadığını sen yap Fazıl.. Bir Veysel Konçertosu yap, dünya tanısın aşığı.. Kara Toprak'la.. Uzun İnce Bir Yoldayım'la..
Ertesi gece müzik dinlemek için yapılmış bir salonda, insanların eline efendi gibi numaralar verilmiş bir salonda, Cemal Reşit Rey'de dinledim Fazıl Say'ı..
Bu defa en ön sıradan..
İzlemek değil, izlenmek için gelenlerin protokol sırasıdır bizde en ön.. Yoksa sahnede ne olursa olsun, en kötü yerdir birinci sıra.. En ucuz..
Piyanoda iyi yer genelde piyanistin sırt tarafıdır.. O zaman onun usta ellerini izleme şansını yakalarsınız..
Ben Fazıl'ı ya uzaktan, ya da sırttan izledim hep.. Bu defa ilk defa yakından, yüzünü görerek seyrettim..
Evet, seyrettim.. Ve bambaşka bir Fazıl tanımama fırsat verdi yerim..
Bu çocuk, evet, bu sözcüğü bilerek seçtim, bu "Çocuk" piyano çalmıyor.. Piyano ile oynuyor..
Müzik, notalar parmakları ile sese dönüşmeden önce kafasında oluşuyor.. Müziği beyninde duyuyor önce.. Sağır Beethoven gibi.. Dudakları ile mırıldanırken, tuşlara dokunuyor..
Ama nasıl dokunuyor?..
Haydn'ın o deli dolu, o hızlı, o coşkulu sonatlarını çalarken, nasıl kendinden geçtiğini yakından gördüm.. Yüzünde öyle hınzırca, öyle yaramaz, öyle haşarı bir çocuk ifadesi var ki?.. "Sen öyle yazarsan, ben de böyle çalarım" diyor sanki.. Sanki Haydn'ın yazmadığı notaları, bu çocuk keyfi içinde canı çektikçe aralara sıkıştırıyor..
Fazıl'ı, kendinden geçmiş çalan bu Fazıl'ı seyretmek, dinlemek kadar güzel..
O zaman, onu böyle yakından izlerken anlıyorsunuz, çalan cep telefonunun niye onu deliye döndürdüğünü..
Sahnenin kenarından hızla geliyor.. Hızla bir selam veriyor.. Piyano önündeki sandalyeye oturuyor.. Bir nefes alıyor..
..ve dış dünya ile tüm ilişkisini kesiyor.. Antenlerini kapıyor.. Artık görmüyor, duymuyor.. Beyninde tek şey var, notalar ve beyinde oluşan bu müziğin, parmaklar aracılığı ile piyanoya yansıması.. Böylesine derin bir yoğunlaşmayı, hem de böylesine bir coşku içinde, yaşayan müziğe dönüştürürken, dış dünyadan gelen bu çirkin ses.. Onu bu iç aleminden koparıp, dışa alan, saygısız gürültüye insan çıldırmaz da ne olur?..
Fazıl'ı tanıdıkça, Fazıl'ı dinledikçe, Fazıl'ı anladıkça daha çok seviyorum..