Alevi-Sünni ihtilafının çözümünde çok önemli bir zorluktan söz etmek istiyorum bugün.
Ehlisünnet inancında şöyle bir kural vardır:
"Hz. Peygamber'in sahabelerinin hepsi de müctehiddiler. O nedenle onların konuşmaları, kararları ve davranışlarının tamamı ictihad sayılır. Yapılan ictihadlarda; eğer doğru ve isabetli bir karar ve hüküm verilmişse, o sahabi 2 sevap alır. Eğer yanlış bir karar veya davranış sergilenmişse, 1 sevap kazanmış sayılır. Dolayısıyla sahabeler ne yaparlarsa, ne konuşurlarsa ve neye karar verirlerse, hep ictihad sayılır ve hep sevap kazanırlar. Bizim onları eleştirmemiz caiz değildir, mümkün değildir."
Çok önemli ve de çok yanlış olan bu görüş Sünni mezheplerin belki de en büyük yanılgılarıdır. Ayrıca çok da zararlıdır.
Konuyu daha iyi anlatabilmek için biraz daha açalım:
İctihad demek bir büyük âlimin Allah yolunda, Allah rızası için çok ciddi biçimde çalışarak verdiği bir fetva, bir dini hüküm ve dini karar, hatta dini bir davranış biçimidir. Mesela, mezhep imamları birer müctehiddirler. Yani onların verdikleri dini hükümler, birer ictihaddır. Dolayısıyla mezhep imamları verdikleri hükümden dolayı suçlu olmazlar. Aksine; eğer doğru karar, doğru hüküm vermişlerse, 2 sevap alırlar. Yanlış hüküm, yanlış fetva vermişlerse 1 sevap kazanmış olurlar.
Kısaca Sünnilere göre, sahabelerin tamamı birer büyük âlim ve mezhep imamı hükmündedirler. Yaptıkları işlerden dolayı hiç suçlu olmazlar, doğru yapmışlarsa 2 sevap, yanlış yapmışlarsa 1 sevap almış olurlar.
İşte, sevgili okuyucularım Sünnilerdeki çok büyük bu yanlış, İslam tarihini doğru anlamamızı engellemektedir, vicdanları duyarsız hale getirmekte ve akılları işlemez hale düşürmektedir. Çünkü "Sahabeler ne yapmışlarsa, doğru yapmışlardır" şeklinde sakat bir anlayış ortaya çıkmaktadır.
Evet büyük alimler için, mezhep imamları için "Verdiği her dini hüküm, ictihaddır" demek doğru olabilir ama bütün sahabiler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Çünkü her sahabi, aynı zamanda büyük bir alim değildi...
Yanlış, doğru olmaz!
Sonra şurasını da unutmamak gerekir; ictihad yapılarak bir yanlış hüküm verilirse, yanlış yine yanlıştır. İctihaddır diye o yanlış, doğru olmaz! Yanlış yanlıştır! Belki o yanlış hükmü veren kimse, Allah katında yine de sevap kazanmış olabilir. İyi niyetinin ve çalışmasının karşılığını alır ama verilen yanlış hüküm, yine yanlış olarak kalır. Ve bizim de o yanlışı eleştirme hakkımız saklı kalır; eleştiririz, yanlışlığını söyleriz, ortada bir zarar ziyan varsa onu da dile getiririz.
Ama ne acıdır ki; Sünni mezhepleri müctehid kabul ettikleri sahabeleri eleştirmeyi yasaklarlar, "Onlar ne yapmışlarsa doğrudur" derler...
İşte bu anlayışla da İslam tarihindeki, Alevi-Sünni ayrımına sebep olan olayları doğru olarak anlamamız engellenmiş olur. Çünkü sahabeler hep haklıdırlar, onlara bir çeşit dokunulmazlık ve masumluk kazandırılmış bulunmaktadır.
Vasiyet engellendi
Şimdi Alevi ve Sünni kaynakların ittifakla bildirdikleri çok önemli bir olayı anlatalım ve adaletle, insafla, hakkaniyetle düşünelim, aklımızı işletelim ve vicdanımızı karalamadan hüküm verelim: Olay şöyle:
İslam peygamberi ağır hastadır, yatağında yatmaktadır. Ateşi yüksektir. Çevresinde sahabelerin ileri gelenleri üzgün biçimde beklemektedirler.
Hz. Peygamber, bir ara çevresindekilere:
"Yazı aletlerini getirin, size bazı şeyler yazdıracağım, benden sonra neler yapmanız gerektiğini yazdıracağım" der.
Bir kısım sahabi, hemen yazı takımını getirmek üzere harekete geçer.
Ancak tam bu sırada Hz. Ömer müdahale eder.
"Yazı takımını getirmeyin, Hz. Peygamber hastalığın tesiri ile böyle konuşuyor, onu daha çok konuşturup eziyet etmeyelim... Sonra, bize ne yazdıracak? Allah'ın kitabı Kur'an elimizdedir. Biz ne yaparsak Kur'an'a göre yaparız" der.
Böylece yazı takımının getirilmesine ve peygamberimizin vasiyetini yazdırmasına engel olur. Bu arada sahabeler arasında tartışmalar meydana gelir ve bunun üzerine peygamberimiz "Burada tartışmayın, dışarı çıkın" der.
Şimdi düşünelim; Hz. Ömer'in yaptığı bu engelleme doğru mudur?
"Efendim, Hz. Ömer ictihad yaptı. O büyük bir âlimdi. Verdiği her hüküm, bir ictihaddır ve bundan o sevap kazanmıştır" diyorlar..
Hayır efendim, hayır... Böyle bir anlayış; bizim aklımıza, vicdanımıza ve adalet duygumuza sığmıyor. Hz. Ömer yanlış yapmıştır, hem de büyük bir yanlış yapmıştır!
Bir kişi, İslam peygamberinin vasiyetini yazdırmasına şu veya bu sebeple engel olacak ve biz de "Aman ne güzel yaptı... İctihad eyledi, sevap kazandı" diyeceğiz! Olacak şey değildir!..
Ama biz Sünniler olarak, o günden beri böyle diyoruz. "İyi yapmış, doğru yapmış, ictihad yaparak sevap kazanmış" diyoruz.
Hemen ifade edelim ki; bu satırların yazarı, bu konuyu incelemeye başladığından, yani 30 yılı aşkın bir zamandan bu yana "Hayır" diyor, "Hz. Ömer yanlış yapmıştır, zararlı bir iş yapmıştır ve hatta Müslümanların ayrılığa düşmesine sebep olmuştur" diyor ve bunu açıkça da yazıyor.
Şiiler ne diyor?
Bu anlattığımız mevzuda, Hz. Peygamber'in vasiyetinin engellenmesi konusunda Şiilerin, Alevilerin ne düşündüğünü de kısaca şöyle özetleyebiliriz:
"Hz. Peygamber, Hz. Ali'nin halife olmasını vasiyet edecekti. Çünkü bunu daha önce de açıklamıştı. Ömer, bunu tahmin ettiği için engel oldu. Böylece halifeliğin Hz. Ali'den gasp edilmesinin ilk adımını atmış oldular" diyorlar.
Tabii Sünniler, bu görüşü de kabul etmemekte, "Hz. Peygamber, kimseyi yerine halife olarak tayin etmemiştir" demektedirler..
Bizim burada üzerinde durduğumuz; konu taraf tutma uğruna, akıl ve vicdanımızı insaf ve adalet duygumuzu duyarsız hale getirmektedir. Ömer'in yaptığı engellemenin büyük bir yanlış, hatta suç olduğunu söylemeliyiz.
Eğer biz, bugün Aleviler ve Sünniler olarak, İslam tarihinin o ihtilaflı ve üzücü her bir konusunu insaf, vicdan, akıl ve adaletle inceler ve ona göre de açıklamalar yaparsak, ihtilaflar büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Biz bu görevi yapmaya devam edeceğiz.
Yarın: Hz. Peygamber'in cenaze namazını kimler neden kılmadılar?