Ölüm deliler gibi dolanıyor etraflarda..
Eskiler zelzele derlerdi.. Şimdi deprem.. Afyon'da yine canlar yaktı.. Ülkeyi korkuttu, hele hele İstanbul'u.. Buraları da tetikler mi diye.. Orası bir yana zaten şimdilerde hepimiz ama şöyle, ama böyle depremlerdeyiz.. Dert üstüne dert.. Ölüm üstüne ölüm..
Önceki gün kızım telefon etti ağlamaklı bir hallerde.. Evine gelen yardımcı kadının torununun lösemi, yani kan kanser olduğunu söyledi.. Çocuğun anasının babasının sigortaları da yokmuş o türl bir şeyler hikaye etti.. Ona, bu ülke çocukların çok sıkça öldüklerni söyleyemedim..
-Herhalde birşeyler yapılır, yaparız sen üzülme.." dedim..
Gece yarısı yirmi elli'de tomografiye girme sırası bana geldi..
Tomografinin yapıldığı yer hastanenin ayrı bir bölümü..
Yirmi dört saat durmadan çalışıyor.. Randevular günlerce öncesinde alınıyor.. Benim giriş sıram sarktı.. Genelde hep öyle olurmuş..
Saat on altıdan itibaren bir yürüyen sandalyede bekliyordum ki elektrikli sandalyeden hiç farkı olmayan.. Benimle birlikte onlarca kişi.. Kadın, erkek, genç, yaşlı ve çocuk..
Sanırım hepimiz korkuyorduk.. Çünkü çok basit bir anlatıyla bu tomografi denilen alet içinizi dışarıya taşıyor.. Ve bilmeyeler için söylüyorum bir tabuta benziyor.. İçine giriyor ve orada kalıyorsunuz (O ilki, benim için yapılanı kırk dakika filan sürdü.. ve delirmeme az kaldı)
Dışarıda yine yürüyen bir sandalyede 13-14 yaşlarında bir çocuk.. Yanındakiler annesi ile babası olmalı.. Hepsi gülücükler içinde. Çocuğun başında bir kep, elinde bir tenis topu, onu havalara atıp tutmaya çalışıyoru oturduğu yerde..
Ve yüzünde bir maske..
Çevresine takılıyor sürekli.. Şakalar yapıyor, gülüyor, güldürüyor..
Birisi:
-Bunlar sabah yediden beri burdalar, hâlâ bekliyor.." diyor..
Bir ara kepini çıkarıyor başından..
Saçlarının büyük bölümü dökülmüş.. Arta kalanlar ise sankim pamuk tarlaları..
Ve çocuk açıklıyor birine:
"Benim neyim mi var? Bak ayaklarım eriyor.. Anlayacağın basket oynayamayacağım artık.. İşte bacaklarım; çok inceldiler..
Çıkıyorum, çocuk aynı yerde.. Yanından geçerken durduruyorum yürüyen sandalyeyi.. İçgüdüde bir hareketle elimi bacaklarına koyuyorum "Geçmiş olsun" diyorum.. O, öyle duragan, bütün neşesini yitirmiş, hiçbir şey söylemiyor.. Sanırım korkuyor çook.. Çocuklar korkarlar ve hastalık onlara yakışan bir şey değil..
Gelip adama yatağıma uzandım.. Fena perişan bir yorgunum.. Dehşet ürküntüler içerisindeyim..
Saçlarım pamuk tarlası ağzı maskeli o çocuğu aklımdan çıkarmayı çalışırken, bir başkası gelip çörekleniyor yanıbaşıma birkaç yıl öncesinden..
Koca koğuşta, kapının önüne konulmuş yatak benzeri bir şeyin üstünde debelenip durmaktaydı onu ilk gördüğümde..
Bağırıp durmaktaydı, ağlayıp durmaktaydı, kıvranıp durmaktaydı.. Vücudunun yarısı alçılara bulanmış bu çocuğun gözleri bile çığlık çığlığaydı..
Bu çocuk hastanede unutulup gidilmişti.. 12 yaşında sağır ve dilsiz bir kızdı..
Bir geceyarısı bir banliyö treninde bulunmuş, hastaneye getirilmişti.. Her tarafları yara bereydi.. Kız, üç ay acil serviste yatmış, sonra buraya taşınmıştı.. Her yanları alçılar içerisindeydi..
Devamlı vahşi bir kurt yavrusu gibi ulumaktaydı.. Sağılan yaralarını parçalayıp durmaktaydı.. Kapanan yaraları yalayıp yeniden açmaktaydı..
İstenmediğini bildiğinden, kendi kendini yemekteydi..
Altı yatak parlamıştı, dişleri ve tırnaklarıyla.. Oralarını buralarını daha fazla parçalanmış diye oralara buralraı devamlı alçıya alınmıştı..
Dışarıda dört bir yanlara koşuşturan deli dolu bir İstanbul vardı.b.
Çocuğun ne kimi kimsesi, ne de kimliği vardı.. Bazıları özürlü olduğu için terkedildiğini söylüyorlardı.. Diğer bazıları "Çocuk senin olsa ister miydin?" diye soruyorlardı..
Çocuk, her yanına yaklaşanların bacaklarına, oralarına buralarına sarılmak istiyordu.. Çocuk çığlık çığlığa bir yudum sevgi arıyordu..
Kimseler demiyorlardı ki "Çıkartın bu alçıları.. Alçılık halları yok.. Götürüp bırakalım iyi bakılacağı bir yer.."
Çocuk uluyordu..
Gözleri kapkara bir hançerin uçları..
Deprem doğanın kanunu..
Bizler, hele çocuklarımız, depremsiz de ölüyorlar, hemi de çok mu çok..
İletişim için faks: (0212) 281 58 40