Fok Yaşar, nerelerdesin?
İstanbul'a getirilip, para karşılığı bir teknede teşhir edilen Fok Balığı Yaşar da, dişisi yok diye Galata'dan bağırdığında Gülhane'den duyulan fil Mohini de yok artık.
Tıpkı Karaköy'de bir gecede yıkılıp yok edilen Tahta Minareli Camii gibi
İstanbul'un Karaköy köprüsü şimdilerde trafiğe bile yol veremiyor. Ama ilk köprümüz iki ayrı hayata yol veriyordu. İstanbul'un işgaline, Milli Mücadele'ye, Cumhuriyet Bayramı törenlerine taklar kurarak tanıklık eden köprünün "iki yaka"yı birleştirdiğini söyleyebiliriz.
Sözünü ettiğimiz bu iki yaka kıtasal değil ama sosyal olarak anlayışları birleştiriyordu. Köprü altı meyhaneleri, kitapçıları ve akıp giden insan seli hiçbir zaman durmadı. Vapurlar, motorlar, kayıklar, balıkçılar, işportacılar ve yolcular bu insan seline kapılmış zamana akıp gittiler.
En uzun adamımız "Uzun Ömer" de yok. Onun Milli Piyango'dan kazandırdığı ikramiye kralları da... İstanbul'a getirilip Eminönü'nde bir motorda para karşılığı teşhir edilen Fok Balığı "Yaşar" da yaşamıyor artık. Gülhane Parkı'nda dişisi yok diye bağırdı mı haykırması Galata'dan duyulan ilk filimiz "Mohini" de hatıralarda yaşıyor.
Köprünün bir ucu yani Karaköy'den başlayıp tramvay ve tünel ile Pera'ya ulaşıyordu. Önceleri doğruyol sonrasında Beyoğlu adı ile şenlenen ve Karaköy'den başlayan ayak, diğer Eminönü ucuna nazaran başka bir tarzı takdim ediyordu.
İnsanları da birbirinden çok farklıydı. Aşkları da, meşkleri de, dilleri ve dinleri de ayrıydı bu hayatın. Ama İstanbul iki bedenin tek kalbini taşıyor ve engin kolları ile bu ayrı hayatı "Dersaadet" olarak kucaklıyordu. Köprüden Pera'ya ulaşan yokuş bu dünyaya geçenleri "Bilumumhaneleri" ile dinlendirirdi. Balozlar, Kafe Şantan'lar, gazinolar ve tiyatrolar ile sadece gayrimüslimler değil tatlı su frenkleri ile bizim Garplılaşmaya bu yoldan giren ilk Meşrutiyet zamparalarının nasıl bir hayat yaşadığını hatıralarda görüyoruz.
İLK BİLETİ NASIL KESTİ?
Ahmet Rasim de gençliğine ilk bileti Beyoğlu'nda nasıl kestiğini ballandıra ballandıra anlatır ve İstanbul'da iki ayrı hayatı köprü ile dile getirir. Köprünün Eminönü ucu biraz daha karanlıkta kalmış ve akla hep Direklerarası ile gelmiştir. Ne zaman ki Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile ıslahat yani yenilikçi hareket başladı, Eminönü Batılaşmaya yöneldi. Böylece Galata köprüsü sadece geçiş niteliği taşıyacaktı. Şirket-i Hayriye'nin İstanbul'un diğer uçlarına sadece yolcu değil, düşünce de taşıdığını biliyoruz. Bu taşıma Eminönü merkezli olup sadece Boğaz kıyılarını kapsamamış, Haliç'i de dolaşmıştır.
Eminönü ile Karaköy'ü birbirine bağlayan köprünün ilk yapımı ise 1844 yılına rastlar. Dubalar üzerinde ahşap olarak inşa edilen köprü, 1863 yılında yine ahşap olarak yenilenmişti. 1870'den sonra kısmen demir olarak 105 bin altına yapılmıştı.
Aslında asırlar boyu sadece insanları taşımamıştır. Doğu ve Batı kültürünü birleştirmenin izleri ve yorgunluğu da vardır bu köprüde... Köprünün hemen kenarındaki Valide Han'ın altında şöhreti bütün İstanbul'a yayılan Valide lokantasının yemek çeşitlerini unutmak mümkün mü? "45 kuruşa 4 türlü yemek" Her gün gazetelerde 45 kuruşa çekilecek ziyafetin listesi ilan edilirdi.
Sadece hareketli bir ticaret alanı değil, aynı zamanda bir eğlence ve spor merkezi idi. Bir de heybesini ve tahta bavulunu kaparak İstanbul'a gelenlerin mola verdikleri ve konaklama yerine karar verilecek ilk durak.
HEMŞEHRİSİNE GÖRE OTEL
Bazıları memleketinden otel konusunda bilgili çıkmıştır. Sirkeci otelleri öncelikle tavsiye edilir. Ancak Konyalılar'ın oteli ayrıdır. Sivaslılarınki de öyle. Adanalılar ise başka bir otelde toplanır. Bu toplanmalarda otelcilere büyük görev düşer. İlk bakışta müşterilerini bir nevi kalburdan geçirerek mümkün olduğu kadar birbirine uyan kişileri aynı odaya yerleştirmek... Ama aksilik ya odaya girdiğinde namaza başlayan biri ile pantolonu fora edip atleti ile ıslık çalarak jimnastik yapmaya başlayan bir delikanlının aynı odaya düştüğü de olurdu.
Onları yani Anadolu'nun her yöresini birleştirebilen ve insanları akın akın İstanbul'a sevk eden en önemli bir istasyon olmalıydı. Ve oldu da... Sirkeci, Orient-Ekspres'in son durağı idi ve İstanbul ile Avrupa arasındaki Batı'ya döşenen rayların sonuç itibariyle son noktasını teşkil edecekti. Gar lokantası daha çok bu Avrupa bileti ile valizi taşıyanların diğer çevre lokantaları ise diğerlerinin mekanı olmuştu. Avrupalılar özellikle özel vasıtalar ile köprüyü geçiyor ve Pera Palas'a naklediliyordu. İçlerinde Agatha Christie gibi bu mekanı konu alan ünlü yazarlar da olacaktı
Sirkeci otellerine yayılan Anadolu tüccarları da ilk cevizleri istasyon kenarına kümelenen günümüzde pavyon olarak tanımlayacağımız "saz"larda kıracaklardı. İstanbul'da hasılatı topladıktan sonra bu mekanlarda eğlenen nice Anadolu tüccarının bu loş pavyonların masalarından iflas masalarına sürüklendiğini biliyoruz. Bu da Sirkeci'nin gecelerine mahsus hüzün verici bir sosyal tablodur.
İfade edelim ki, sadece rayların bittiği yer değildir Sirkeci. Yolların başladığı ve bittiği Ebu Suud ve Demirkapı'nın Anadolu'dan İstanbul'a, İstanbul'dan Anadolu'ya milyonlarca kişiyi ulaştırdığını anımsıyoruz. Tabii ki "Bahçekapı" merkezli Eminönü levhası taşıyan tramvayları, ilk otobüsleri ve sonrasında 12 kişi taşıyabilen dolmuşları da unutmuyoruz.
Nimet Abla Gişesi önünde milyonerliğin düş kuyruğuna girenler, Bahçekapı-Edirnekapı tramvayının kırmızı renkli birinci mevkiinin arka sahanlığında birinci sınıf fordculuk yapanlar ve Mısır Çarşısı'nın Hususi Padişah Macunu'na tav olanlar şimdi hayallerinde o İstanbul'u yeniden inşa etmektedirler.
Bağrı açık kaldık
Ve Mahmutpaşa... Adını Fatih Sultan Mehmet'in sadrazamı Mehmet Paşa'dan alır. 1462 yılında Mahmut Paşa tarafından yaptırılan bir külliye ile 265 dükkan ilk ticaret alanı idi. Mahmutpaşa Yokuşu'nda ise hamilesinden gelinine, baldızından görümcesine kadar bilumum kenar mahalle kadınına, "Evropa malı" takdim eden işportacılar ise artık yorgun. Sessiz ve bezgin olup artık zabıtadan değil hayattan kaçmaktalar. Şimdilerde çocuklarımız ne Eminönü ne de Beyoğlu'nu biliyorlar. Kabahat onların değil, kabahat yaşanan hayatı saklayan ve o güzelim geçmişi istimlak eden, yani yakıp yıkanlar da.
Yunanistan'dan Bulgaristan'a, Romanya'dan diğer Balkanlar şehrine kadar uzanan geçmişin eserleri yok olup gitti. Şehitlikler yol, camiler ve imaretler ya çarşı ya da gökdelen oldu. Osmanlı'nın kemikleri çimentoya karışıp harç oldu.
Osmanlı'nın Beyoğlu İstiklal Caddesi'ndeki en eski imaretini arasanız bulamazsınız. Fatih Sultan Mehmet döneminin Karaköy'deki eşsiz tahta minareli camiinin ise bir gecede yıkılıp yok edilmesi de ayrı bir hikaye.
Özet, köprüler şeklen iki yakamızı bir araya getiriyor. Ama öz olarak düşünürsek bizler iki yakası bir araya gelmeyen "bağrı açık" olarak yaşamaya devam ediyoruz. Bu yakayı kravat, papyon ve fular ile birleştiremezsiniz.
|