kapat
07.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Neden yogaya başladım?

Kahve, kırmızı et, hırs ve stresle beslenen kentli arkadaşlarımı terk edip, tütsü-yoga-doğal hayat grubuna nasıl katıldım? Ben bunu nasıl yaptım!
Yoga yap" dediler. "Hem spor, hem gevşeme. Vücudu güzelleştiriyor. İnsanın ruhu da dinleniyor." Şehir dışında yaşayamadığım, sessizlikte daraldığım, kırsal alanlarda bunalım geçirdiğim için, şüpheliydim.

Sığ bir kategorizasyon vardı kafamda:

Kentli doğmuş kentli insanlar hava kirliliğinden çok şikayet etmezler. Şehrin gürültüsünü severler. Hırsa, kırmızı ete, deri giysilere bayılırlar. Kahvesiz ve televizyonsuz yaşayamazlar. Börtü-böcekten hoşlanmazlar. Tatil günlerinde geç kalkarlar. Gece yaşamayı, dozunda stresi, hızı ve kapitalist sistemin bütün olanaklarını severler.

Kentte doğmuş doğal hayatçılar ise şehirde olmaktan sürekli şikayet ederler, hatta bazen şehir dışına yerleşirler. Vejetaryen olurlar. Kök boyalarla boyanmış batik giysiler giyerler, bitki çayı içer, Hint müziği dinler, erken yatarlar, yarışmazlar, acele etmezler. Bir de yoga ve meditasyon yaparlar.

İki gruptan birbirine geçiş de yoktur.

Bakış açım buydu, ve hep birinci gruptakilerden olmuştum!

Gitar sesine, ham dokuma giysilere, tütsüye ve tofu'ya karşıydım.

Yoga yapanlara, ukala bir gülümseyişle "Sen şimdi erdin mi yani?", "Astral yolculuk nereye?" gibi zevzek espriler yapardım. Ben kiim, yoga yapmak kimdi.

İstanbul'da organik gıda trendi başlayana, ve ben bir kepekli pirinç hayranı olana kadar da, ne yediğim umurumda değildi.

Kebapçıların dostu, vejetaryenlerin korkulu rüyasıydım!

FAŞİST DOĞACILAR!
Bodrum'da tatil yapıyoruz. Organik gıda patlaması henüz başlamamış. Yaz kış oraya yerleşmeye karar veren, üstelik bu amaçla bir köy evi tutup, yer minderleri, bakraçlar, cibinliklerle dayayıp döşeyen bir arkadaşım, bizi Buğday'a kahvaltıya götürdü.

Buğday "o zemanın" ender vejateryen restoranı ve doğal ürünler dükkanı. Rakipleri yok. Şimdiki gibi değilleeeer.

Isaac Asimov (bir yandan kara deliklerle uğraşırken) ne demiş? "Beslenmenin birinci kuralı: Tadı güzelse zararlıdır!"

Ama Buğday farklı. Nefis mercimek köfteleri, zeytinyağlılar yapıyorlar. Kahvaltı yerine tahin, kuru üzümlü-cevizli buğday, çavdar ekmeği filan veriyorlar. Bir de benim gibi tipik Türkler için, ancak istek ve yalvarış üzerine, beyaz peynir... Çünkü müessesenin sahibi Viktor tam bir "vegan". Yani sadece et, tavuk, balık yememekle kalmıyor, peynir, tereyağ, süt, yumurta gibi hayvansal ürünlere de dokunmuyor, dokunanı yakıyor!

Tam kahvaltının ortasında, dinazorlar zamanından kalma, kanatlı, kuş büyüklüğünde, dev bir böcek geldi ve iğrenç bir çıtırtıyla masanın ortasına kondu. Çığlık çığlığa kalktık. Ben rulo yapıp hayvanın kafasına indirmek üzere gazete aranırken, Viktor koşup yaratığı şefkatle ellerine aldı ve (sanki ilk fırsatta bu defa kafamıza konsun diye!) bahçeye bıraktı.

Buğday doğal hayat yanlısı bir restorandı ve böcek ilacı kullanılması yasak edilmişti!

Dolayısıyla ömrümüzde resimlerini bile görmediğimiz, Bodrum'un bulunduğu iklim kuşağına özgü ne kadar mahlukat varsa, Buğday'da müşterilerle uyum içinde yaşıyorlardı. Çünkü "Onların da bizim kadar yaşama hakkı var"dı!

"Ya benim huzur içinde yemek yeme hakkım?" diye tam bir şehirli gibi söylene söylene tekrar masaya oturdum. Viktor da gelip bana uzun bir "doğal hayat" konferansı çekti. İnsanların sindirim sisteminin et yemeye uygun olmadığından, hormonlu gıdaların zararından falan bahsetti. Tam ikna olmaya meyletmiştim ki, bahçede dolaşan kediyi göstererek: "Bak", dedi "Kedimize bile hayvansal ürün vermiyoruz. Et, süt, hiçbir şey"!

"Yahu kedi etobur hayvan, ne yiyor peki?"

"Otla, buğdayla besleniyor. Artık etin, peynirin kokusuna bile dayanamıyor, istemiyor"!

Kediye baktık. 250 gram falan kalmıştı. Etrafı kokluyordu.

Viktor gidince "vejateryen" kediye gizlice bir parça beyaz peynir attım. Evet, kedi peynirin kokusuna dayanamıyordu gerçekten. Çünkü zevkten kendinden geçiyordu! Kimbilir kaç ay süren radika-ekmek-mercimek eziyetinden sonra, zavallı hayvanın o peyniri bir yutuşu vardı ki, gözleriniz yaşarır! Kendimi kaybedip şöyle bağırmışım: "Faşist doğal hayatçılara karşıyım!"

ASTRAL YOLCULUĞUM RAHAT GEÇTİ
Bu olaydan tam 5 yıl 6 ay sonra, YogaŞala'nın kapısında ne arıyorum?

Bir Deepak Chopra kitabı okumayı bile beyhude bulmuş bir insanın, kokulu masaj yağlarının, doğal sabunların, "bindi"lerin satıldığı, herkesin alçak sesle konuştuğu bir yerde ne işi var?

Geçen hafta bu köşeyi okuyanlar, doktor tavsiyesiyle, ömrümde ilk kez spor yapmaya karar verdiğimi, spor salonu tecrübemin ise, aynı beklediğim gibi, başarısız olduğunu hatırlayacaklardır. Yürüme bantları benim için kan ter içinde saatler harcayıp, hiçbir yere varamamak olduğundan, hoplayıp zıplamadan, sakin sakin yapılan yoga, kulağıma hoş geldi.

Tavsiyeler üzerine, bir Cumartesi öğlen, ben ve çıplak ayaklarım (yoga öyle yapılıyor) üçüncü gözümü bulmaya hazırız!

İlk dakikalar gerçekten beklediğim gibi başladı. Yoga hocam Zeynep hem yapıyor, hem anlatıyor. Nefes al, ver, esne, gevşe, hem de oturarak. Ooh, tam bana göre. Hayatımın sporunu buldum!

"Spor kasları sertleştirip kısaltır. Yoga ise gevşetip uzatır."

Biliyordum, biliyordum. Sporun zararlı bir şey olduğunu biliyordum!

Bir dakika. En az ben esniyorum. Herkes daha iyi yapıyor. Hani bu başlangıç dersiydi? İmkan yok. Buradaki herkes eski yogilerden! Bir ben çaylağım. Aldatıldım! Bu bir komplo!

"Yogada başkalarıyla kendinizi karşılaştırmayın. Bu bir yarış değil. Hareketleri iyi yapmak zorunda değilsiniz. Ama kendinizi dışarıdan seyredin. Bu dersteki endişeleriniz, hırsınız, korkularınız, dışarıdaki yaşama tavrınızı da gösterir!"

Hoppalaa. Nereden anladı? Esne, nefes al, gevşe, nefes ver.

"İç organlarınızı gevşetin. Mideniz, kalbiniz, karaciğeriniz"...

Karaciğerimin tam nerede olduğunu bilsem çok gevşetmek isterim ama...

"Nerede olduğunu bilmeseniz de, organlarınızı kafanızda canlandırın ve onları dinlendirin!"

İşte karaciğerim. Dün akşamki kırmızı şaraptan sonra biraz halsiz görünüyor! Yediğime içtiğime dikkat edeyim biraz. Pekiyi yogaya başladığıma göre şimdi vejateryen mi olacağım? Oh yo! Esne, nefes al...

"Ne vejateryen olmak zorundasınız, ne yoga yapıyorsunuz diye sigarayı bırakmanız gerekir. Ama bir süre sonra, sadece beyninizi değil, vücudunuzu da dinlemeyi öğrenince, kendi kendinize bunları yapmak isteyebilirsiniz."

Güzel, çıkışta iskender yiyebilirim! Gevşe, nefes ver.

***

İlk yoga dersimde başarıdan başarıya koştum! Son dakikalarda, yerde yatıp, iç organlarımı gevşetirken, başka bir boyuta geçtim. Astral seyahat diyebileceğim bu tecrübe, hocam Zeynep tarafından çok yüzeysel bir biçimde "E için geçmiş demek" şeklinde açıklansa da, bu beni yıldırmadı! Yogaya devam edeceğim. Birkaç hafta içinde yerden yükselmeyi planlıyorum. Görür o Zeynep!

***

Hey gidi hey! Şimdi organik kayısılar, kepekli pirinçler yediğimi, bir de üzerine yoga yaptığımı görse, kedisini otla besleyen Viktor ne derdi acaba...

Mılli yemeğimiz sushi
Biz yıllardır ne yiyorduk yahu? Hayır sevmediğimden değil, çok severim. Daha çok yağlı balıklarla yapılanını, özellikle içinde avokado, Japon fesleğeni "shiso" ve kıyılmış taze soğan bulunan roll'ları haftada birkaç kere yiyebilirim.

Ama bu kadar çok benim gibi insan olduğunu bilmiyordum doğrusu.

Hammaddesi çiğ balık, yosun ve yapışkan pirinç olan Japon yemeği sushi, İstanbul'da tam bir patlama yaşıyor.

Son 6 ayda, 8 sushi'ci açıldı! Eksik saymış olabilirim ama böylece İstanbul'da sushi yiyebileceğiniz tam 16 yer oldu. Bunların üçü Akmerkez'de. Ayrıca eve servis yapan sushi restoranları da var.

Yani iş, eksantrik bir akşam yemeğinden çıkıp, "Şurada iki lokma bir sushi yiyelim de karnımız doysun"a dönmüş!

Yosunlu çiğ balık, lüks değil, ihtiyaç olmuş.

Japon nüfusu yok denecek kadar az bir metropolde çok garip.

Nedir Türklerin bu sushi aşkı?

Lakerda alışkanlığı mı?

Bazı Japon restoranlarının mönülerinde Batı Avrupa mutfağına asimile olmuş, kızarmış karidesli, mayonezli, rokalı, yani alıştığımız tatlara uygun sushi çeşitleri bulunması mı?

Yoksa sadece moda mı?

Ben çözebilmiş değilim.

Hipotezlerinizi bekliyorum!



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır