Bu biraz kendi kendine konuşmayı sevmek gibidir ama insanın bazan kendisini şımartması iyidir.
İşte 21. yüzyıla girerken Avrupa haritamda eksik kalan Prag'ı mutlaka görmem gerektiğine de bu düşünce yolundan yürüyerek varmıştım. Benim yeni binyıl hayalim de kendi Avrupa haritamı tamamlamaktı. Neden Prag derseniz, tamamen Kafka ve Smetana yüzünden. Prag benim için bu iki olağanüstü sanatçıydı o zaman. Hemen Sevgili Şenol'a telefon ettim. Ertesi hafta, en ucuz turla Prag'a uçtuk. Tur sevdiğimden değil, en pratik ve en hızlı çözüm olduğundan.
Prag'da bizi turumuzun Çek Cumhuriyeti şubesinden bir rehber karşıladı. 40 yaşlarında aksanlı ama çok düzgün Türkçe konuşan bu kadının adı Reni'ydi ve Kafka'yla ilgili bütün sorularımı üstünkörü geçiştirdiği için gözüme girememişti(!) Onu bir daha görmeyeceğime emindim. Ne kadar yanılmışım. (Ah bu önyargıların sert geri tepiş acıları!)
Ertesi sabah dondurucu Prag kışında Kafka'nın ayak izleri ve Smetana'nın ezgilerinde kaybolmak üzere kendimi sokaklara atmadan önce turun genel Prag gezisine katıldım. Rehber Reni beni görünce sevinçle yaklaştı; "Sizin Kafka'nızla ilgili bilgilerim var, hepsini anlatacağım" dedi. Gerçekten de tur sırasında Kafka'nın yaşadığı yerlerde özellikle bana ayrıntılı bilgiler verdi. Tam ben turdakilerden ayrılıp, kendi Prag gezime çıkarken beni yakaladı ve "yarın Karlovy Vary'de görüşürüz artık" dedi. Benim Prag dışına, hele bir kaplıca kasabası olmaktan öte bir özelliği bulunmadığını sandığım Karlovy Vary'e gitmeye hiç ama hiç niyetim yoktu. Yok, ben Çekya'ya Kafka ve Smetana için gelmiştim. Rehber Reni her şeyi bilen bir bakışla; "Geleceksiniz, çünkü sizin Atatürk'ünüz 1918'de orada şifa buldu" dedi. O sırada Gelibolu romanını yazıyordum, tam da 1915 Osmanlı cephesi araştırmaları dönemindeydim. Kendimi roman kahramanlarımın birinin ayak izlerinde bulmuştum ve tabii dayanamadım, ertesi sabah Karlovy Vary'e giden tur arabasının ön koltuğunda Reni'yle koyu bir sohbete koyulmuştum. Reni beni avlamış olmaktan çok hoşnuttu, çünkü Türk edebiyatına düşkündü ve benim bir yazar olduğumu öğrenmişti. Aziz Nesin'den Yaşar Kemal'e- ama en çok Muzaffer İzgü'yü; 'onu babamdan çok severim' diye dilinden düşürmüyordu -birçok yazardan kısa çeviriler yapmış, bunları kendi yazdığı Çekçe-Türkçe Öğrenme Kitabı'nda yayımlamıştı.
Gezinin son günü Reni bana özel 2 saatlik çok özel bir Prag turu yaptırdı. Bu, benim merak ettiğim gençlik barlarından, Prag Baharı direnişindeki özel sokaklara, oradan da edebiyatçı-sanatçı kafelerine kadar uzanan tek kişilik bir turdu. O akşam bana aslen bir Bulgar olduğunu, üniversitede Türkçe öğrenip, Prag'da Çekler'e Türkçe öğreterek yaşadığını anlattı. Yoksuldu, yaşamı çok sıkıntılı, çok şansız geçmişti, ama gururluydu. O akşam beni çıkarttığı ve asla unutamayacağım o özel tur için vermek istediğim ücreti öfkelenerek geri çevirdi. 'Biz artık arkadaş olduk!' dedi.
Sonrası şöyle gelişti: Reni iki yıl boyunca bana yazdı, sık sık telefon edip, hatırımı sordu. Ben de ona zamanım oldukça yazdım, isteği üzerine romanlarımdan çeviri yapma ve ders kitaplarında kullanma hakkını verdim. Küçük oğlu Vladi'yi fotoğraflarından tanır ve sever oldum. Yazın Türkiye'ye geldi, oğlu ve kendisi Müslüman oldu. Sonra geçen ay telefonum çaldı ve bir ses Reni'nin Prag'da öldüğünü haber verdi bana. "Siz de tanırmışsınız. Praglı Reni. Trafik kazasında. Hemen ölmüş. Acı çekmemiş." O kadar. Reni ölmüş. Duydunuz mu? Acı çekmemiş. Praglı Bulgar Müslüman Türkçe öğretmeni, rehber, dul anne Reni ölmüş. Ölmüş işte.- Peki küçük Vladi-Emre ne olacak?-
Hayatınızın bir ucuna dokunmuş, aslında çok tanımadığınız, yakın arkadaş olmadığınız ama bir yerlerde yaşadığını bilmekten mutluluk duyduğunuz insanlar vardır. Vardır. Vardır mutlaka. İşte Reni öyleydi. Bugün bana aylar önce aldığı akik (amber) kolyeyi yolladılar. Boynuma taktım. Ona Prag'da 'Akik Kumral Ada'nın baldan tatlı kumral rengidir' demiştim. Unutmamış... Unutmamış işte... Reni unutmamış... Ne bakıyorsunuz, ağlıyorum tabiii...
Yoksa sizin Prag'da hiç arkadaşınız ölmedi mi?