kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
11 Nisan 2009, Cumartesi
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

36 saat süren zevk

DUYGU LELOĞLU
Giriş Saati : 11.04.2009 10:15
Güncelleme : 11.04.2009 22:05
Yeni Haber
Nasıl ‘zevkli ve ‘heyacanlı’ saatlerdi onlar! NATO’nin geçtiğimiz hafta Strasbourg ve Kehl şehirlerinde gerçekleştirilen Devlet Başkanları Zirvesi’nden bahsediyorum…Türkiye’nin masaya yumruğunu vurup, ‘Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasını istemiyoruz’ şeklindeki çıkış yaptığı zirve!..
Ne yalan söyleyeyim! 'Türkiye Avrupalı mıdır, değil midir?' sorusunu tartışan bazı Avrupa ülkelerinin haberlerini yıllardır yapıp duran bir gazeteci olarak, Ankara'nın masaya yumruğunu vurması bana ayrı bir zevk verdi. Zirveyi izleyen biz Türk gazeteciler, 36 saat için bile olsa, o zevkin dayanılmaz hafifliğini tatma olanağını yakaladık.

Öncelikle NATO ülkelerinin gazetecilerinden oluşan binlerce basın mensubunun iki gün bütün dikkatleri üzerimizdeydi. Yemekte, çalışırken, kendi aramızda konuşurken, sürekli adımlarımızı takip ettiler. Türkiye 'veto' edecek miydi? Rasmussen'in siyasi kariyeri burada noktalanıyor muydu? Heyecan doruktaydı.

Bir Danimarkalı gazeteci yaklaşıp yanıma, 'Bizi niye sevmiyorsunuz?' diye sorunca, 'Fazla sarışınsınız' deyivermişim! Karikatür krizini başlatan, 'Morgenavisen Jyllands-Posten' gazetesinin muhabirlerinin, 'Ama bu karikatürleri biz yayınladık. Başbakanımızı niye cezalandırıyorsunuz?' sorularına maruz kaldık. Kimileri, Rasmussen üzerine, 'yemeğine' iddiaya tutuştular.

'KALE DÜŞER Mİ?'

Ancak Danimarka basını, sonuna kadar hiç umudunu kaybetmedi. Bu olay adeta iki ülkenin basını arasında, bir anda ' ulusal bir mesele' haline geldi. Danimarkalı meslektaşlarımız, Rasmussen ile ilgili yapılan her olumlu açıklamada yanımıza gelip, 'Yakında kaleniz düşer.' yorumlarını yapıyorlardı. Biz ise burnumuzdan kıl aldırmıyorduk. Türk Diplomatları kapalı kapılar ardında, Danimarkalı eski bir siyasetçinin deyimiyle, 'bir pokerci edasıyla' müzakere ederken, benzer çekişmeyi biz de basın merkezinde yaşadık.

Ben habire Danimarka, Fransız kanallarının canlı yayınlarına çıkarak, 'bu iş zor' diyerek Türkiye'nin tutumunu anlattım durdum. Onlara, Kosava ve Afganistan'da temel misyonlar üstlenen bir ittifakın başına, Müslüman dünyasının tepkisini çeken bir kişinin getirilmesinin riskli olduğunun tekrar tekrar anlattım. Roj TV'yi kapatmayan bir ülkenin Başbakanı'nın teröre karşı mücadeleyi görevleri arasında sayan NATO'nun başına gelmesi mantıklı mıydı?

Ama Danimarka basını, ne 'karikatür krizinin' ne 'Danimarka'dan yayın yapan Roj TV'nin kapatılmamasının' NATO ile ne alakası olduğunu ne yazık ki hiç anlgılayamadı!

Bu arada duydum ki, SABAH'ın Kopenhag temsilcisi Sadi Tekelioğlu ile birlikte çıktığım, Danimarka'nın 'TV2' adlı haber kanalının, Rasmussen'e ilişkin yaptığı canlı yayın, 5 milyonluk bir ülkede, tam altmış bir dakika boyunca 800 bin kişiyi ekrana bağlamış. Belki de bu kriz devam ederdi, biz de İskandinav ülkelerinde 'ünlü' olurduk!!

Aslında Rasmussen'in seçileceğini ekrana yansıyan bir görüntüyle bir şeyler sezinledik ama konduramadık. Fransa ve Almanya Başbakanları toplantıya yürürlerken, bir 'ağabey' edasıyla Rasmussen'i aralarına almışlardı. Onu, ABD Başkanı Obama'nın yanına doğru çekiyorlardı. Kameralar sonra ayrı bir yerde toplana 'first ladyleri' gösterdi. Rasmussen'in karısı ise, Michel Obama'nın yanından hiç ayrılmıyordu.

SURATLAR ASILIYOR

En dramatik anları ise Rasmussen'in Genel Sekreterliğinin açıklandığı sırada yaşadık. Artık 'bu iş bitti', 'Türkiye veto etti' ve 'Rasmussen İstanbul'a özür dilemeye gelir mi?' haberlerini kafamda tasarlamaya başlamıştım. Bir Danimarkalı gazeteci, 'Bitti bu iş. Rasmussen Genel Sekreter!' deyince, 'bir an donmuş, kalmışım.' Yüzümdeki tebessüm donmuş! Bu olaydan tam beş dakika sonra, ekranda, NATO'nun 31 Temmuz'da görev süresi dolan, Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer ve Rasmussen'i gülücükler dağıtırken gördük.

Ama bu kadarmış dedik, kendi kendimize! Rasmussen'in Genel Sekreterliğinin açıklandığı dakikalarda biz Türklerin yüzü 'ekşi satarken', Danimarka basını 'sevinçten uçuyordu'.

Sonra Zirve'den, deyim yerindeyse, biraz 'kös kös' ayrıldık

Rasmussen bu zorlu zaferinin ardından İstanbul'a ayak basarak, 'Medeniyetler İttifak'ı' toplantısında, 'dinlere saygım var' dedi. Müslümanların 'nispeten' gönlünü aldı. Ama gelecekte ittifak bu yüzden Müslüman ülkelerde bir sorun ile karşılaşırsa, Türkiye'nin en azından, 'biz size demiştik' lüksü olacak.

SOPA GÖSTERDİLER

Bu süreçte söylemeden geçemeyeceğim iki ayrıntı var. Birincisi, Avrupa Komisyonu'nun Genişleme sürecinden sorumlu yetkilisi Olli Rehn'in damdan düşer gibi yaptığı açıklamasına ilişkin! Rehn, bu açıklamasında, Rasmussen'in seçilmemesi durumunda, Türkiye-AB ilişkilerinin bundan zarar göreceğinden dem vurarak, Ankara'nın AB'nin önemli değerlerinden biri olan 'ifade özgürlüğüne' saygı göstermesini istiyordu.

Rehn gibi, genel olarak hep 'dengeli' açıklamalar yapmaya dikkat etmiş bir AB teknokratı NATO ile ilgili bir konuda niye devreye giriyordu? Bu sorunun cevabı, Fransa ve Almanya'nın Rasmussen'in arkasında durması ve AB'de yaklaşan atamalarda yatıyor! Zira, Avrupa Komisyonu'nun görev süresi temmuz ayında doluyor. Rehn ise, şu anda Javier Solana'nın üstlendiği, 'AB'nin Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilciliği' görevine oynuyor.

İkinci ayrıntı ise Fransız-Alman ikilisine ilişkin. Bu ikili, Türkiye'nin Rasmussen'a karşı tavır almasını, 'kendi ayaklarına basılması' olarak algıladılar. Rehn'ın açıklaması, AB'nin NATO'nun içişlerine karışması anlamına gelirken, Obama'nın, 'Türkiye'nin AB üyeliğini' destekleyen açıklamaları bu ikiliyi kızdırdı.