kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
11 Nisan 2009, Cumartesi
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat
Hatip Dicle

Biz de değiştik devlet de

Nur BATUR
11.04.2009
1991'deki yemin töreninde krizi tetikleyen oyunculardan Hatip Dicle "Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü içinde sorunun demokratik yollarla çözümüne artık daha yakınız" dedi..
Türkiye'ye 18 yıl kaybettiren 36 sıcak saat demokrasi tarihimize kara leke olarak geçti. O günlerde yakalamaya çalıştığımız barış rüzgârını daha sonra 18 yıl kaybettik. Türkiye çok acılar çekti. Binlerce şehit verdik. Binlerce ailenin ocağına ateş düştü. İş, aş ve eğitim özlemiyle yanan gençler dağlarda çürüyüp gitti. Türkiye'nin kalkınması için harcanması gereken milyarlarca dolar, PKK terörüyle mücadele için dağlara bomba olarak gömüldü. Bir haftadır süren dizimizde 36 sıcak saati, Meclis zabıtlarından ve başrol oyuncularının ağzından aktarmaya çalıştım. Kiminle konuşsam "18 yılın sorumlusu kim?" diye sordum. "Parlamento kürsüsüne PKK'nın simgeleriyle çıkan bazı DEP'liler mi?" "Yoksa Kürtçe şarkıları bile yıllarca 'bölücülülük' sayıp yasaklayan devlet anlayışı mı?" "Ya da sağduyu ve uzlaşma kültürünü geliştirmeyen siyasiler mi?" "Ve o sıcak 36 saati yaşamasaydık acaba tarih farklı yazılır mıydı?" Bütün bu sorular tartışılmaya devam edilecek ama en azından şimdiye kadar konuştuğum herkesin ne olursa olsun geleceğe umutla baktığını gözledim. O günlerde devletin zirvesinde olanların arasında "Hata yapıldı" diyen de var. "İdam edilmeliydiler" diyen de. DEP'lilerden de "hata yaptık" diyen oldu. Ama o gün "Çığlık attık. Mecburduk" diyen de! Olayları tetikleyen Leyla Zana konuşmadı. Ama Hatip Dicle'yle uzun bir görüşme yaptım. Ayrıca Meclis kürsüsünde Mahmut Alınak'ın yakasına yapışan eski ülkücü Ertekin Durutürk ve Sadık Avundukluoğlu'yla konuştum. Demirel ve Cindoruk'la da son muhasebeyi yaptık. Bu söyleşilerle son noktayı koyuyorum... Türkiye 18 yıl sonra yeniden bir yol kavşağına geldi. Yeniden barış umudu doğdu. Ya terörü durduracak adımlar atılacak, akan kan duracak. Ya da milyarlarca doların daha dağlara gömülmesine devam edilecek! 18 yıl öncesine tuttuğumuz aynanın geleceği aydınlatmasını ve barış umutlarını güçlendirmesini umuyorum. NB

1991'deki yemin töreninde krizi tetikleyen oyuncu Hatip Dicle'ydi. O zaman 37 yaşında olan Hatip Dicle 10 yıl hapis yatıp çıktı. 2007 seçimlerine katılmak istedi ama Yüksek Seçim Kurulu'ndan veto görünce parlamentoya dönemedi. Dicle'yle iki uzun telefon görüşmesi yaptık. Yaşanan bütün acılara rağmen 1991'deki yemin töreninde hata yapmadığını savundu. "Sesimizi duyurmak için çığlık atmamız gerekiyordu. Attık" dedi. "Ama bu çığlığın faturası hem size hem Türkiye'ye çok ağır olmadı mı?" diye üsteleyince, şunları söyledi: "Kendi bakış açımızdan Kürt halkının birer aydınıydık. Kendimizi, dili, kültürü kabul edilmeyen, varlığı dahi inkâr edilen bir halkın aydını olarak gördük. İTÜ'de okurken kendimizi o ortamın içinde bulduk. Öyle şekillendik. Aktif siyasete katıldığımız zaman bölgenin evladı olarak halkın sorunlarını dile getirmek zorundaydık. Geçen 18 yılda biz de değiştik devlet de değişti. Geldiğimiz noktada barış için siyasal çözüm için daha umutluyum. 18 yılda Türk halkı da Kürt halkı da çok acılar yaşadı. Ama sonuçta, Kürt sorununun kavranması açısından çok iyi bir noktaya geldik. Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü içinde bu sorunun demokratik yollarla çözümüne daha yakınız."

GÖRMEDİĞİMİZ ÖZGÜRLÜK
Dicle'nin yerel seçim atmosferini anlatırkenki sözleri çarpıcıydı. Dicle "Görmediğimiz kadar bir özgürlük vardı. Halka baskı yapılmadı" dedi. Bu sözler devletin süratle değişmeye başladığının en önemli kanıtıydı. "Peki ya PKK terörü? Duracak mı? PKK Silah bırakacak mı?" diye sordum. Dicle bir dönemde PKK'yı dağdan indirmek için arabuluculuğa soyunduğunu anlattı ve şunları söyledi: "Karşı taraf da onuruyla dönebilmeli. Özal yaşasaydı belki de sorun o zaman çözülecekti. PKK'yı dağdan indirmek için çalışıyordu. O zaman Özal lider kadrosu olan 100-150 kişi için sadece 5 yıl siyasi yasak getirilip örgütün silah bırakması için çalışıyordu. Ama olmadı. Onun ölümü büyük bir kayıp oldu. Bugün PKK'nın da değiştiğini ve çözüme yatkın olduğunu görmek lazım." Dicle'ye "Çözüm sizce nasıl olacak?" diye de sordum. Hatip Dicle'ye göre, sorunun çözümü AB sürecinde ilerledikçe daha kolay olacak.

BASK MODELİ
Dicle, "Çözüme daha yakın olduğumuzu hissediyoruz" diyor ve Türkiye'nin önünde İspanya modeli olduğuna inanıyor. Aslında İspanya'daki Bask modelinden ilk kez söz eden Hatip Dicle değil. 10 Ekim 1993'te Tansu Çiller Avrupa Konseyi toplantısı için gittiği Viyana'da gazetecilerle sohbeti sırasında "Bask modeli" dedi. Ama Çiller'in açıklamasından 10 gün sonra 22 Ekim 1993'te Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın öldürülünce yine umutlar suya düştü. PKK'nın üstlendiği saldırının ardından Lice'de çatışmalar çıktı. 30 kişi öldü ve barış bir başka bahara kaldı. O olaylardan 16 yıl sonra yine aynı soru gündeme geldi: "PKK silah bırakacak mı? Bask modeli olabilir mi?" Önümüzdeki günler gösterecek.

'YAKA-PAÇA YANLIŞTI'
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel söyleşimizin sonunda 36 sıcak saatin son muhasebesini yaptı. Öncelikle "Erdal İnönü Parlamentoya getirerek hata mı yaptı?" diye sordum. Demirel, İnönü'nün 'Demokrasi Türkiye'yi bölmesin birleştirsin' diye uğraştığını, iyi niyetli bir iş yaptığını söyledi ve "Ama demokrasiyi dahi Türkiye'yi bölmek için kullanma hadisesidir bu" dedi. "DEP'liler o gün tarihi hatayı yapmasaydı, demokrasi yolunu açarlar mıydı?" dedim. Demirel, "Gayet tabii" dedi ve ekledi: "Ama 80. maddeye aykırı olarak değil. 80. maddede milletvekili bütün Türkiye'nin milletvekilidir. Bunu kabul ederek yararlı olurlardı. Sadece etnik münasebeti dolayısıyla kendisini seçen bir halk yoktu ortada." Demirel'e Ahmet Türk'ün yıllar sonra TBMM'ye döndüğü zamanki sözlerini hatırlatıp "Türk, 'Ders aldık' diyor. Ne dersiniz?" deyince şunları söyledi: "İnşallah almışlardır. Kamuoyunda kan dökülmesine hizmet edenleri savunamazsınız. O duruma düşmüşlerdir. Anayasasının herkesi bağlayan hükümlerine karşı davranış ve ayrımcılığı, bölücülüğü ideoloji yapan davranış, Türkiye'de iyi karşılanmaz." "Ya Nusret Demiral'ın yaptıkları?" deyince Demirel, "Göz ucuyla takip etseler kafiydi. Kuş uçurtmazlardı" dedi ve şunları söyledi: "Meclisin kapısından alıp götürmeye gerek yoktu. Biz bu çeşit şeyleri yumuşak halledemiyoruz. İş emniyet makamlarına düştüğü zaman, isteyerek değil ama istemeyerek çığrından çıkabiliyor. Yaka-paça tutuklanmaları yanlış olmuştur." Aslında Demirel o gün her şey bittikten sonra Tansu Çiller'e "Çok sert oldu" diye serzenişte bulundu. Ama neye yarar! Türk demokrasisi yara almıştı. Türkiye Cumhuriyeti tarihine gölge düşmüştü.

'POLİSLERİ DURDURDUK'
Cindoruk'a "DEP'liler tahrik etmeseydi tarih farklı mı yazılırdı? diye sordum. Tecrübeli siyasetçi, "Meclis çoğunluğu kapılmamalıydı. 1995 seçiminde DEP'in barajı aşamayıp tasfiyenin kendiliğinden olacağı anlaşılıyordu" dedi. Cindoruk, Demiral'a hâlâ kızgındı. Şöyle dedi: "Meclis bahçesinde tutuklama olur mu? Polisin meclisi işgal etmesiyle eş bir olaydır. Geçici Başkan tedbir almalıydı. Koruma Müdürü Mehmet Kahya polisleri içeri sokmamalıydı. Ama inisiyatifi kaçırmışlar. Birden basmışlar. Orada terörle mücadele müdürü kimse, onun marifetidir. O zaman Demiral terör estiriyordu. Herkesi korkutmuştu. Siyasetçilere dahi davalar açıyordu. Rüzgâr gibi esen bir adamdı. Onun yolladığı polisi sokmamak da kolay bir şey değildi ama Menteşe de katıldığı zaman Demiral'ın gönderdiği polisleri durdururduk." Cindoruk, 'Demiral'ı durdurabilir miydi?' Bilemiyoruz. Ama şimdi nefesler bir kez daha tutuldu. Herkesin kafasında tek bir soru var: "Bu kez akan kan duracak mı?"

İKİ VEKİLİN HİKÂYESİ
Dizimiz yayınlanırken eski DYP milletvekilleri Ertekin Durutürk'le Sadık Avundukluoğlu aradı. Anlattıkları yaşanan siyaset ve hukuk kargaşasının en çarpıcı örneklerinden biriydi. Trajikomik davayı kısaca aktarayım: "Mahmut Alınak, 26 Aralık 1991'de, yemin töreninden bir süre sonra kürsüye çıkıyor ve Kars'ın Digor ilçesinin Dolaylı ve Arpalı köylerindeki çatışmalar hakkında konuşuyor. Alınak "İki gencimiz çatışmalarda can verdi. Biri asker biri PKK'lı" deyince kıyamet kopuyor. Avundukluoğlu ve Durutürk fırlayıp kürsüdeki Alınak'ın yakasına yapışıyorlar. Yaka-paça kürsüden indiriyorlar. Alınak iki DYP'li aleyhine dava açıyor. 3 yıl sonra Durutürk, Alınak'a tazminat ödüyor. Hem de kapısına icra memurları dayandıktan sonra! Ama bu arada Avundukluoğlu davayı Yargıtay'a kadar götürüp kazanıyor. Yargıtay Genel Kurulu ağır tahrik olduğuna karar verince Avundukluoğlu tek kuruş tazminat ödemiyor. Olayın en ilginç yanı, Durutürk'ün bundan haberi 18 yıl sonra dizimiz yayınlanırken oldu. Şimdi yasal yollara başvurup Alınak'a ödediği tazminatı geri almaya hazırlanıyor. Yemin törenine ve dokunulmazlıkların kaldırılmasına gelince! Durutürk, 18 yıl sonra bile hâlâ kızgındı. Ama sadece DEP'lilere değil, Cindoruk'a da ateş püskürüyordu. Durutürk, "Bakın Nur Hanım ben kısa konuşurum" dedi ve son noktayı koydu: "Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili 127 imzalı önergeyi hazırlayan benim. Onun önünde değil Cindoruk, değil Çiller, değil Menteşe hiçbir kapı duramazdı. Yüzlerce insan, yüzlerce polis, asker şehit olmuş. Adam Kürt bayrağı denen paçavrayı takmış gelmiş. Kürsüde Kürtçe yemin ediyor. Bugün bile olabilir mi? Olmaz. Olmamalı! Olmamalı! Türkiye hepimizin malıdır. Biz bizim malımız demiyoruz ama başkalarının bu devleti bölmelerine müsaade etmeyi de alçaklık ve şerefsizlik sayıyoruz. Dün öyle sayıyorduk. Bugün de öyle sayıyoruz."