kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
31 Ekim 2008, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

IMF ile dans...

Batı medyası küresel finansal krizin Türkiye'ye etkileri konusunda bizden çok kaygı duyuyorlar. Hatta felaket tellallığında yarışıyorlar. Anlışanlı gazetelerde yapılan yorumları okuyunca şaşırmamak elde değil.
Deutsche Bank'ın raporunu kaynak göstererek "Türkiye'nin 90 milyar dolara ihtiyaç duyabileceğini" yazan mı aransınız? (Washington Post) "Türkiye'nin bir felakete doğru koştuğunu" iddia eden mi? (Le Monde) Daha da ileri gidip, "Alaram ışıkları yanıp sönmeye başladı; Türkiye'nin son 10 yılın ikinci büyük mali felaketine doğru ilerlediği görünüyor" diyen mi? (La Stampa)
Örnek olarak seçtiklerimiz ve listeyi uzatmamak için saymadığımız (The Economist, Financial Times, Le Figaro, Die Welt, vs) tüm gazetelerin yorumları bir "Tavsiye" ile bitiyor: "Türkiye çok geç olmadan IMF ile anlaşma yapmalı."
Batı medyasının kıyamet senaryolarına asla katılmıyoruz ama IMF önerisini destekliyoruz. Biraz da hayıflanıyoruz: Keşke standby'ın sona erdiği geçen Mayıs'tan hemen sonra bir "İzleme anlaşması" ile konu hızla gündemden çıkarılsaydı.
Çünkü artık gerek içteki beklentiler, gerekse dıştan gelen talepler, IMF ile "İzleme anlaşması" yapmanın yeterli bulunmayacağını gösteriyor. En azından "İhtiyari stand-by" isteniyor. Nitekim dün Devlet Bakanı Mehmet Şimşek de "İhtiyati stand-by anlaşmasına yapıcı yaklaşıyoruz" diyerek, beklentilere uygun hareket edileceği mesajını verdi.

HSBC'nin verdiği ders
Bu aşamada bir öneride bulunmak istiyoruz: Türkiye, IMF ile yeni anlaşma için masaya otururken, HSBC'den esinlenmeli.
Son haftalarda Fransa'dan ABD'ye, Almanya'dan Belçika'ya, Hollanda'dan Rusya'ya kadar birçok ülke bankalarını kurtarmak için hem devlet garantisi verdiler, hem de sermaye desteği, yani likidite sağladılar. İngiltere de bu ülkeler arasındaydı, hatta başı çekti. En büyük 4 bankaya yüklü bir fon ayırdı. Üçü kabul etti, sadece HSBC kendi kaynaklarıyla başının çaresine bakmayı tercih etti. Neden? Çünkü devletten aktarılan kaynaklar, mükellefin cebinden çıkıyor. O yüzden kamuoyu o fonları "Utanç kasası", "Ayıplı vezne" diye damgaladı. Bir yıl öncesine kadar aktif büyüklükleri devlet bütçesini aşan o koca koca bankalar, şimdi kamudan yardım dilenerek aslında kağıttan kaplan olduklarını, mevduat sahiplerini de, müşterilerini de, halkı da kandırdıklarını itiraf etmiş oldular. Bu utancın izlerini çok uzun yıllar silemeyecekleri, unutturamayacakları belirtiliyor.
HSBC ise "Baldıran zehiri"nden farksız bu devlet yardımından yararlanmaktansa kırılan kolun yen içinde kalmasını tercih etti. Devlet güvencesini sadece "Çıpa" olarak değerlendirdi. İyi de yaptı. Göreceksiniz, krizden çok ama çok büyüyerek çıkacak.
Türkiye de IMF'ye karşı aynı tutumu izlemeli. "İhtiyari standby"ın öngördüğü kredilerden yararlanmayı aklına bile getirmemeli. Anlaşmanın sadece "Çıpa" işleviyle yetinmeli. Bakın, iflasın eşiğine gelen Macaristan bile IMF, Dünya Bankası ve AB'nin verdiği 25 milyar doları kullanmayacağını açıkladı.

Dayatmalara direnmek
Hem sonra Türkiye'ye IMF'den kredi almak artık yakışmaz. Çünkü G20 grubunun güçlü bir üyesi. Çünkü G20 üyelerinden hiçbirinin IMF ile kredi ilişkisi yok.
Bir nokta daha: Türkiye, IMF ile masaya otururken, İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince'nin dediği gibi, "Daha talepkâr olmalı." G20 grubu üyeliğimizin yanı sıra, IMF sermayesindeki payımızın, dolayısıyla oy hakkımızın artmış olması, bize bu hakkı da, gücü de veriyor.
"Daha talepkâr" derken IMF'nin gözardı etmeye pek eğilimli olduğu sosyoekonomik ve siyasal yükümlülüklerden geri adım atmamayı kastediyoruz. GAP gibi sadece Türkiye'nin gelişmesi açısından değil, terör üreten bataklıkların kurutulması için de hayatı önem taşıyan yatırımlara kısıtlama getirilmesi gibi olasıönerilerin anında reddedilmesini söylemek istiyoruz.
IMF ile anlaşmanın getireceği "Güven çıpası"na, AB sürecini canlandıracak reformlar, bütçe disiplini sağlayacak "Mali kural" ilkesi ve nihayet reel sektöre nefes aldıracak destek politikaları (Örneğin "Nokta atışlı" vergi indirimleri) eklenirse, Türkiye, herkesin dediği gibi, "Bu zor dönemden daha da güçlenmiş olarak çıkar."