kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
27 Ekim 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Özerklik

Başlık aklınıza siyaseten farklı şeyler, farklı çağrışımlar getirmesin. Biz "Üniversitelerin özerkliği"ni kastediyoruz.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) bugün Ankara'da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ın da katılacağı toplantıda, Avrupa Üniversiteler Birliği'nin (EUAEuropean University Association) hazırladığı "Türkiye'deki Yükseköğretim Sistemi Raporu"nu açıklayacak.
"Türkiye'de Yükseköğretim: Eğilimler, Sorunlar ve Fırsatlar" başlıklı raporda, birliğe üye 17 Türk üniversitesindeki gözlemlere dayanarak yükseköğretim sisteminin iyileştirilmesine ve Avrupa'yla bu alanda daha çok entegrasyona yönelik öneriler yer alacak.
46 ülkeden 800'ü aşkın üniversitenin üye olduğu Avrupa Üniversiteler Birliği, bir yükseköğretim kurumunun kendisinden beklenen misyonu yerine getirebilmesinin önkoşulu olarak "Üniversite özerkliği"ni gösteriyor, hatta bunun yapıyı ayakta tutan "Orta sütun" olduğunu söylüyor. Bir başka deyişle, ancak özerkliğe sahip üniversitelerin küresel dünyanın koşullarına ve beklentilerine yanıt verebileceğini savunuyor. O beklentileri kabaca iki başlık altında toplayabiliriz: 1-Donanımlı kuşaklar yetiştirmek, 2-Bilgi üretmek ve bu bilgiyi ekonomik fayda sağlayacak şekilde kullanıma sunabilmek.

Reformun şartı: Siyasi özveri
Ama ne yazık ki, Türk üniversiteleri bu iki beklentinin ikisini de karşılayamıyorlar:
1-Küreselleşmenin olmazsa olmazı diyebileceğimiz keskin, hatta acımasız rekabet ortamında dünyanın her yerinde at koşturabilecek donanımlı gençler yerine, "Ne olursa yaparım" diyen diplomalı işsizler yetiştiriyorlar. O nedenle örneğin bir ziraat mühendisi halkla ilişkiler alanında asgari ücretle çalışmayı kabullenmek zorunda kalabiliyor. Oysa temel eğitimden sonra okula veda etmiş, hatta okumamış gençler de bir işyerine "Ne iş olsa yaparım" hazırlığıyla başvuruyorlar. Yükseköğretim diplomalı ile temel öğretim diplomalıyı eşit şanslara indirgerseniz, o üniversite mezunu genci, eski deyimle sadece ilkokulu bitirmiş gençle aynı koşullara mahkum ederseniz; aralarındaki 8 yıllık (4 yıl lise+en az 4 yıl üniversite) çabanın ne önemi veya anlamı kalacak? O 8 yıl ki, gencin yaşamının en delidolu dönemini alıp götürüyor. O 8 yıl ki, ailelerin maddi ve manevi yıkımlarına yol açıyor. O 8 yıl ki, devletin kıt kaynaklarından aktardığı fonların sonucunu sıfırlıyor.
2-Bilgi üretmeye gelince; ne yazık ki, üniversitelerimiz bilgiden çok diploma üretimine ağırlık veriyorlar ya da vermek zorunda kalıyorlar.
Çünkü onlara yüklenen öncelikli görev bu. Anayasa'yla ve YÖK Yasası'yla.
Çünkü Türk üniversitelerinde özerkliğin 4 ayağının sadece 2'si var; o da topal ördek misali. Bir üniversitenin özerk olup olmadığı 4 kriterle belirlenir: Kurumsal özerklik, bilimsel özerklik, yönetsel özerklik ve mali özerklik. Türkiye'de sadece "Kısmen" kurumsal ve bilimsel özerklikten söz edilebiliyor. "Kısmen", zira onlar da YÖK'ün sıkı denetimine bağlı.
Peki bu tablo nasıl değişebilir? Ya da üniversitelerimizin ellerini ayaklarını bağlayan ipler nasıl çözülebilir? Tek yanıtı var: Siyasi iktidarların üniversiteleri yönetilecek değil, işbirliği yapılacak kurumlar olarak görmeleri.
Üniversiteleri daracık bir alana, hatta F tipi cezaevine hapseden Anayasa'nın 130 ve 131'inci maddeleri ancak bu köklü yaklaşım, hatta vizyon devrimiyle değiştirilebilir.
Üniversiteleri vesayet altında tutan ve bu şekilde yürüyemeyeceğini artık herkesin kabul ettiği YÖK Yasası ve kurumu ancak bu şekilde reforme edilebilir.
Var mısınız? Yoksanız, yükseköğretimi reforme etmek için atılacak tüm adımlar ne yazık ki daha fazla deforme etmekten başka sonuç vermez, vermeyecek. Böyle biline.