kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
23 Ekim 2008, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Tarih öncesinde yaşamak

Dünkü yazımı bir cümleyle özetlemem gerekiyorsa Alman sosyolog
Habermas'ın diliyle söyleyeyim ve Türkiye'de modernleşmenin "tamamlanmamış bir proje" olduğunu belirteyim. Burada proje sözcüğü biraz sorunlu kalıyor. Çünkü modernleşmenin doğal değil tepeden dayatılan bir yanı olduğunu ima ediyor. Fakat ne yapalım ki, Türkiye'de yaşadığımız tarihsel gerçek budur ve Türkiye'de devletin modernleşmesi eksik olduğundan modernleşmenin tamamlanmadığını vurguluyorum . Bunu da şu çevremizi saran meselelere bakarak anlamak mümkündür.

Aşırı güçlü devlet
Türk modernleşmesi hala aşırı derecede güçlü ve otoriter bir devletin varlığına işaret ediyor. Bu modernleşme başlangıçta özgür bir bireyin yaratılmasını belki projenin bir parçası olarak görüyordu. Fakat o birey ortaya çıkıp kendisini ifade etmeye başladıktan sonra taviz vermeyen ve her şeyi kendisine bir tehdit olarak algılayan devlet kendisini ortadan kaldırmayı, hiç değilse kontrol altında tutmayı öngördü. Bu bizim modernleşmemizin en önemli paradoksudur.
Söz konusu paradoks bana kalırsa dün de belirttiğim gibi demokratikleşmeyle çok ilgili. Modernleşme Kant'ın belirttiği gibi ergin ve özgür bir bireyi öngörüyorsa bu öncelikle bir demokratikleşme sorunsalı. Türkiye'deyse devlet buna karşı çıkıyor. Devlet Türkiye'de kime ait olursa olsun daha başlangıçtan temel hak taleplerine kapalı. Doğal, çünkü, "bu memlekete komünizm gerekiyorsa siz uğraşmayın, onu biz getiririz" diyen bir devlet zihniyetinin içinden geliyoruz.
Hal böyle olunca her şeyden önce aşırı derecede güçlü ve aynı zamanda da kutsal sayılan bir devletle iç içe yaşıyor, karşı karşıya kalıyoruz. Sonuç ikili bir demokratikleşememe kısıtlamasının karşımıza çıkması. Her şeyi kontrol altında tutan bir devlet anlayışı demokratik olmadığı gibi matematiksel olarak toplum-devlet ilişkilerinin demokratikleşmesine de olanak vermeyecektir.

Kürtler ve başkaları
Yeniden çevremize bakalım. Bugün bir sergerde ortaya çıkıp 1000 kişiyi öldürdüğünü söyleyebiliyor. Daha da korkuncu bunu "emir komuta zinciri içinde" yaptığını belirtmesi. O kişinin bütün bu eylemlerini gerçekleştirdiği dönemin Başbakanı Tansu Çiller de "devlet için kurşun atan da yiyen de birdir, şereflidir" diyebiliyordu. Üstelik o kişinin bir parçası olduğu Susurluk bugüne kadar aydınlatılamadı. Karanlık, gizli ilişkiler devam ediyor.
Öbür tarafta Kürt meselesi var. Nedir bu PKK olayının içyüzü? Belki her şeyi her zaman olanca çıplaklığıyla bilemeyeceğiz. Bu iktidar oyununun özüne aykırı. Fakat pazartesi günü Taraf gazetesinde Avni Özgürel'in Neşe Düzel'e söylediklerinin bir teki bile dudak uçuklatmaya yeter. Üstelik bu görüşler ilk kez dile getirilmiyor. Yıllardır yazıldı ve söylendi. Gene de hiçbir şey aydınlatılamıyor.
Bu şartlar altında ussallaşmış bir devlet, toplumun öncelliğini kabul etmiş bir devlet ve nihayet bireyin varlığını kabul etmiş bir devletten nasıl söz edeceğiz ve bu eksikler bizim "modern" olduğumuzu söylemeye yeter mi? Modernleşmenin belki bin tane tanımı var. Ama imparatorluk geçmişinden gelen toplumlarda en önemlisi devletin modernleşmesidir. Yani demokratikleşmesidir.
Bunu yapamadık. Marx sınıflı toplumların tarihinin tarih öncesi olduğunu belirtiyordu. Abartarak ve biraz çarpıtarak modernleşmemiş devletli toplumların tarihinin tarih öncesi olduğunu söyleyeyim.
Kısacası soru şu: biz hangi tarihte yaşıyoruz?