kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 22 Haziran 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Futbolun adaleti, adaletin ayak topu

İngiliz BBC şöyle bir hesap yapmıştı:
"Türkiye, turnuvada oynadığı 390 dakika maçın sadece 2 dakikasında galipti."
Times' ın hesabı da şuydu:
"Türkiye, maç içi uzatmalar ile Hırvatistan maçındaki ekstra 30 dakika dahil, 414 dakika maç yaptı ve bunun sadece 9 dakikasında galip oynadı. Ama bu 9 dakika arka arkaya 3 maç kazanıp yarı finale çıkmasına yetti."
Böyle baktığınızda, futbolun hakikaten "adaletsiz bir oyun" olduğunu kabul edersiniz.
Özellikle "galip" taraf değilseniz! B
ir de, bir İngiliz izleyicinin yazdığı gibi, "İddia oynuyoruz ama Türkiye yüzünden kaybedip duruyoruz" hali değilse sizinkisi!
Ama belki de "adalet" biraz da şudur:
Hep güçlü olanın...
Hep daha iyi olanın...
Hep daha çok kazanmış olanın...
Hep daha çok tanınanın...
Hep oyuna daha hâkim olanın...
Hep favori olanın...
Hatta hep hak ettiği sanılanın bile kazanması değildir!
Bazen, "inanılmaz"ın olabilmesi, üst üste olabilmesi, son dakikada kaybederken son saniyede kazanabilecek kadar ayakta kalınması, direnilmesidir.
Bir son gülüş umudunun olabilmesidir.
Ayakta durmaya değeceğinin bilinmesidir.
Bence biraz da şöyle bir şey:
Yabancı basının "yaşlı general" dediği, burada kadim kulübünden gitmek zorunda kalmış bir Rüştü'nün "kahraman" olabilmesidir.
Yani, maç içinde biraz kahramanken, 119'da hatasıyla gol yiyince yerin dibine sokulmak üzereyken... Uzun degajının Semih'le buluşması... İki penaltıda köşeyi bulması, topun o açılardan dışarı gitmesi ve son penaltıyı kurtarmasıdır.
Esas "kahraman" bir de şu kişidir:
Kurtardığı son penaltıdan sonra, hemen, penaltıyı atamayan rakibine koşup onu teselli etmek isteyen iyi insandır!
Sadece o değil. Bakın nasıl bir şey; sırayla gidelim:
Sabri, bana da hep antipatik gelmiş bir toyluğun içinde daha bu yıl Galatasaray'dan kovulmuş gibi olan çocuktur.
Emre Aşık, üç büyüklerde oynamış, ama sonunda hep gitmiş, Beşiktaş'tan Galatasaray'a tekrar bedavaya kaçmış, orada ise kadroda yer bulamayıp Ankaraspor'a kiralanmış "yaşlı kalbi" azıcık kırık sessiz kişidir.
Gökhan, Beşiktaş'ta yer bulunamadığında Antep'e kiralanmış, eh bu aylarda da kulüpten gitmesi mümkün hep sakatlanan delikanlıdır.
Şimdi herkesin taptığı Servet, Edu' ya Büdü'ye yer bulan Fener'de bir yer bulunamayıp Sivas'a verilmiş o "sakar" savaşçıdır; orada dirilmiş de Galatasaray'a uzanmıştır.
Kazım, hâlâ çok iyi değildir ama zaten bundan futbolcu olmaz da denilendir.
Mehmet Topal'ı Galatasaray'ın ideal 11'inde sayan kaç kişi çıkmıştır; o hâlâ "yedek"tir.
Bu Arda'yı Vestel'e kiralayanlar değil, oradaki sağbekten alıp sol açığa koyuveren Gerets keşfetmiştir.
Tuncay gitmek istemiştir istemesine de, koca Fener'in tutmaya uğraşmadığıdır.
Nihat, Toschack' ın ısrarıdır.
Semih, "yetersiz, yedek, gol kralı"dır!
Hamit, gönderilmiş ikizinin gücüyle de oynayandır.
Adalet işte, biraz da bu çocukların gizli isyanı, hepimiz itiraz etsek de, binbir teknik ve insani yanlış arasında Terim'in onlarda inadı da olabilir.
Bir de garip bir tecellidir:
Şu ana kadar son dakikalara ikişerden altı gol sığdıran üç isme az bakın:
Fenerli Semih, Galatasaraylı Arda, Beşiktaşlı Nihat.
Bu üç çocuk, üç büyükler denen ve binbir yerden yerli, yabancı derleyen ve deneyenlerin, altı artı ikicilerin "altyapı" harikalarıdır.
Futbolu seven, deneyen tüm çocuklar, tüm yoksul, kavruklar için "şahsi" bir umut...
Üç büyüklerin altyapı hocaları için gurur...
Üstyapının güç, para, şöhret tutkuları için de içeriden birer tokattır.

O gece belki Hırvatlar için adalet yoktu.
Ne var ki, ağlayan oyuncularına bağırmayıp sarılan teknik direktör Biliç, "Kaybetmemiz inanılmaz, ama futbol işte bu yüzden çok güzel" dedi.
Adalet, kaybettiklerinde dahi, iyi insanların kalbimizi kazanması, dünyanın onları kazanabilmesidir!