kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 18 Aralık 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
EMRE AKÖZ

Milliyetçilik böler!

Alman siyaset bilimci ve hukukçu Carl Schmitt'ten daha önce söz etmiştim. Schmitt'e göre devlet, daha kuruluş aşamasında "dost" ve "düşman" ayrımı yaparak politik alanı belirler.
"Biz" ve "ötekiler" ayrımı sadece devletin değil, genel olarak milliyetçi siyasetin de temelidir.
İnsanlık tarihinde; çok kültürlü, çok dinli ve çok dilli imparatorluklardan, ulus devletlere geçiş bazı ülkelerde gayet sancılı, hatta kanlı olmuştur.
Çünkü " ulus devlet ", mantığı gereği bir "millet" tanımı yapar. Bu tanımda, millete dahil olanlar sayılırken, millete düşman olan ya da milletin özelliklerini " yeteri kadar " taşımayan unsurlar da belirlenir.
Yine tanım gereği millet, "saf", "temiz", "halis" bir varlıktır. "Düşmanlar" ya da "ötekiler" ise bu arı varlığı kirletebilecek, bozabilecek ya da hayatına kastedebilecek... Dolayısıyla tehlike yaratabilecek öğelerdir.
Bu tasavvur elbette bir hayal, bir kurgu, bir politik fantezidir. Çünkü "saf millet" yoktur. Peki, o zaman ne yapmalı? "Ötekini bertaraf ederek saflığa ulaşmalı!"
İşte kavga da, kan da, acılar da buradan çıkar.
Osmanlı gibi bir imparatorluğun yıkıntıları üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde yukarıda anlatmaya çalıştığım politik fantezinin etkileri görülür.
Aslında olay 1923'ten önce başladı...
İttihat ve Terakki yönetimi devleti emniyet altına almak için çevre ülkelerden " güvendiği " Müslüman unsurları Anadolu'ya yerleştirirken, 1915'teki büyük tehcirle Ermenileri kapı dışarı etti.
Cumhuriyet kurulduktan sonra da Yunanistan ile yapılan " mübadele " anlaşmasıyla halklar iki ülke arasında yer değiştirdi.
Başka dinden olanlara yapılan doğrudan baskılar; 1942'deki Varlık Vergisi, 6-7 Eylül (1955) olayları derken 1960'lara kadar devam etti.
Neticede geriye bir avuç Yahudi, Ermeni ve Rum kaldı.
Ancak saf bir millet oluşturma fikri gayet güçlü bir hayaldir ve "milliyetçi politika" demek, aynı zamanda bu hayali sürdürmektir.
Milliyetçiliğin olduğu yerde "düşman" ve "kötü öteki" hiç bitmez. Ulus devlet hep tehdit altındadır.
Bunun tezahürlerini hep görmekteyiz: Faşizmin Avrupa'yı kasıp kavurduğu dönemlerden devşirilen, "Ya sev, ya terk et" sloganı bugün dahi kullanılabiliyor.
İşin kötü yanı şu: "Sert" milliyetçilerin ağzına yakışan bu slogan... Eğitimli, az buçuk dünyayı tanımış, sağduyu sahibi olduğunu sandığımız, "çağdaş" denilen insanların dahi dilinde...
Herkes sinirlendiği kişi ya da grubu, bir yerlere göndermeye kalkışıyor: Malezya, Suudi Arabistan, İran, ABD en gözde " sürgün " diyarları...
Halbuki... Göndermek, ihraç etmek, dışarıya atmak, tehcir etmek, defetmek, sürgün etmek yerine... " Kardeşim nedir senin sorunun, gel şuna bir çözüm bulalım " demek daha doğru değil mi?
AKP, geçen yıl Kurban Bayramı'nda, duvarları, üzerinde, Başbakan
Erdoğan'ın fotoğrafından başka, "Kurban olam ayına yıldızına" yazan afişlerle donatarak milliyetçiliğe göz kırpmıştı.
"Bayrak" elbette çok önemli bir değer. Onu tartışacak değilim. Ancak, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, milliyetçilik (bilhassa " sert " olanı) tabiatı icabı " bölücü " bir ideolojidir. Çünkü sürekli düşman üretir. Hep birilerini " öcüleştirir "!
İktidar partisi bu yıl bayram sloganını değiştirmiş: " El ele, omuz omuza, gönül gönüle, nice bayramlara... " diyorlar.
İşte bu daha iyi!
Hem de çok daha iyi.
Çünkü... Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın da vurguladığı, "demokrasi, insan hakları, özgürlük ve barış " gibi değerler çevresinde bir araya gelinecekse... Bu ancak, ayrımlar yaratıp dışlayarak değil, " kucaklaşma politikaları " uygulayarak olur.