kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 4 Kasım 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

"Umur Talu'nun gazetecilik yapmaya devam etme hakkı var mıdır?"

Bugün, sabrınız olursa, sizi biraz fazla meşgul edeceğim.
Cuma
günkü "En nazik siyasetçi idi ama bakın ne olmuştu!" başlıklı yazı üzerine, gazete yönetimine "Cevap ve düzeltme metni" geldi. "Hakaret faciası" metni aynen yayınlıyorum.
Beni
en çok üzen, Milliyet'te yazarken benim de savunmalarımı üstlenmiş iki hukukçunun da adını taşıması: Çok saygı duyduğum, sevdiğim Prof. Köksal Bayraktar'ın hukuk bürosu ile Av. Şehnaz Yüzer.
Bu
"şiddet" dolu metne rağmen dahi, onlara saygı duyamamak ve sevmemekte hâlâ tereddüt ederim. Kabul; "Savunma", vekaletini üstlendiği müvekkilini savunmakla yükümlüdür, hakikati değil. Ama "hakaret"i ve ondan da beter bir "soru"yu nasıl bu üslupla üstlenebilirler ve "hak" görürler? Kendileri yazdıysa da ayıp, sadece imza attılarsa da.
Galatasaray
Üniversitesi Rektör Adayı Prof. Bayraktar ve bürosuna bunu hiç yakıştıramadım. Cevabım bu kadar değil elbette!

Umur Talu

CEVAP VE DÜZELTME METNİ

"Sabah Gazetesi'nin 2 Kasım 2007 tarihli nüshasında Umur Talu imzasıyla yayınlanan yazı, bunu kaleme alan kişinin şahsi düşmanlığının hangi noktaya geldiğini ispatlayan son örnek olmuştur.
Umur Talu, yazısında, Hürriyet Gazetesi'nin geçmişte, İnönü ailesinin vakıf borçları nedeniyle mahkemeye verilmelerini neden haber yaptığını sorgulamaktadır.
Yazar, şahsi düşmanlığının esiri haline gelen muhayyilesini daha da ileri götürerek, bu haberi, Petrol Ofisi'nin satışına bağlamaktadır.
Tanınmış bir siyasetçinin ve eşinin böyle bir konuda mahkemeye verilmesi dünyanın her yerinde haberdir.
Böyle bir haberin verilmesi değil, ancak verilmemesi bir gazetecilik suçu olabilir.
Bu haber, Hürriyet Gazetesi'nin muhabirleri tarafından ortaya çıkarılmış, muhabirimiz gazeteciliğin bütün kurallarını uygulayarak haber haline getirmiştir.
Sayın Aydın Doğan'ın, bu haberin ne hazırlanış ne de yayınlanış aşamasında müdahalesi söz konusu olmuştur.
İnönü ailesinin vakıf sorunu nedeniyle mahkemelik olmasını, Petrol Ofisi'ne bağlamak, vicdansızlıktır.
Kendine "Gazeteci" diyebilen bir kişi, böyle bir soruyu nasıl sorabilir hayretle karşılıyoruz.
Umur Talu, bu düşmanca tavrıyla sadece mesleğine değil, Hürriyet gazetesinde çalışan arkadaşlarına, bu haberi ortaya çıkaran muhabirlere, manşete taşıyan editörlere de büyük haksızlık etmektedir.
Ayrıca bu vicdansızlığın, Erdal İnönü'nün toprağa verileceği gün yapılması, o büyük siyasetçiye yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Bu tutumu, söz konusu kişinin düşmanlık duygusunun, artık hastalık boyutuna ulaştığını da göstermektedir.
Burada sorulması gereken soru da şudur:
Şahsi düşmanlığını, akıl almaz iftiralar atacak kadar ağır takıntı haline getiren bir kişinin gazetecilik yapmaya devam etme hakkı var mıdır?
Hürriyet'in o günlerde yaptığı tam bir gazetecilik olayıdır.
İnönü ailesine ait bir olay ortaya çıkarılmış ve gazeteciliğin bütün temel ilkeleri dikkate alınarak manşete taşınmıştır.
Hürriyet'in sahibi ve onu hazırlayan gazeteciler, Erdal İnönü'ye karşı sadece saygı ve sevgi duygusu taşımaktadırlar.
Ancak saygı ve sevgi, o kişiler hakkında, kamuoyunun bilmesi gereken haberleri gizleme hakkını bize vermez.
Gazeteler ve gazeteciler böyle haberleri yayınladıkları değil, sakladıkları zaman eleştirilmelidirler.
Umur Talu, şahsi düşmanlığını yazı haline getirmek isterken, gazetecilik mesleğine de en büyük ayıbı yapmıştır.
İşte bu yüzden yaptığı büyük bir meslek ayıbıdır.
Yaptığı bu ayıbın gölgesi, onun meslek hayatı boyunca hiçbir zaman üzerinden kalkmayacaktır.
Bu cevap ve düzeltme metninin, müvekkilim hakkında yazılan ağır iftiranın düzeltilmesi amacıyla, aynı sütunda ve aynı puntolarla yayınlanmasını vekil olarak talep ediyorum.
Aydın Doğan Vekili
Av. Şehnaz Yüzer"

UMUR TALU GAZETECİLİK YAPMAYA DEVAM EDİYOR HÂLÂ!

"Cevap
ve düzeltme" yi okudunuz. Şimdi benimki!
Önce "haber" hakkında:
1. "İnönüler'e akraba borcu yüzünden haciz gitmesi" nin "dünyanın her yerinde haber değeri taşıdığını" o yazıda yazdım zaten.
2. "Sorguladığım"; haber değil, mayıstaki olayı Ekim 2001'de manşete getiren ilişkiler. Yazıda, "Aydın Doğan'ın müdahalesi" diye bir şey de yok. Vekil' in otomatik refleksi olmalı.
3. "Vekil" değinmiyor ama, esas Petrol Ofisi değil; banka ile parti, banka ile gazete, "liderin sağ kolu" ile haber ilişkisi sorgulanıyor. Yani Tufancığım, "duyum" meselesi. "Duyum" u kimin, neden, o günlerde "kanla, canla, tanla" servis yaptığı.
4. "Sorguladığım"; muhabirin haberi, editörün sayfası değil; Vekil' in "ortaya çıkarıldı", gazete yönetici yazarının "duyum geldi" dediği "haber" in, neden sürekli "Yeni parti hazırlıkları içindeki İnönü'nün başı dertte" vurgusuyla, "gazeteciliğin temel ilkeleri" ne bu pek münasip yorumla verildiği.
5. "Sorguladığım"; büyük parti, büyük medya, büyük banka kankalıklarının, bu bulamacın, işi nereye vardırabileceği. Gazetecilik, siyaset, ticaret üçgeninde, "doğru haber" in dahi, zamanlama, üslup, hedef, vuruş, bir taşla bir sürü kuş yüzünden "dürüst" olmayabileceği. RTÜK yasası veto eden Cumhurbaşkanı Sezer' in perdesinin, evinin haber yapılması; iş güvenliği yasasında ısrarlı Çalışma Bakanı Okuyan' ın kızının manşet olması gibi.
6. "Sorguladığım"; CHP'ye rakip parti hazırlığındaki İnönü' nün, CHP'li "kol" un duyurduğu "duyum" la vurulması. Derdim, İnönü' yü savunmak bile değil.
7. Zaten "sadece saygı ve sevgi duygusu" taşınan İnönü de, mafyavari kara gözlüklü fotoğrafı konan "duyum" lu manşetler için şu "duygu" yu taşımış:
"Basında, olay birkaç kez anlatılarak, malını mülkünü icradan kaçırmaya çalışan biri gibi gösterilmek isteniyorum. Önde gelen gazeteler, basit gerçekleri bu kadar saptırarak kamuoyunda sürekli yanlış izlenim yaratmaya çalışıyorsa, ülkede 'çürümüş bir eyler var' demektir. O zaman da ülke insanları durumu düzeltmek için gereğini yaparlar. Hatta, yetmiş yaşını geçmiş insanlara parti kurdurup hiçbir şeyden çekinmeden arkalarından giderler."
Ama manşetlerden sonra "yeni parti" gitmiş.

HABER GİZLENMEZMİŞ!
Birkaç not:
1. Duyum ve haberin asıl kaynağı, dolaylı kaynağım, belki şimdi çıkıp reddeder ama, "duyum ve durum" u, ilk ağızdan çok yerde, sıcağı sıcağına da anlattı.
2. Mayısın ekimde haber olması normal sayılsa da, "cevap ve düzeltme" nin yıllarca gecikmesi anormal: Olay bir çok eski yazımda geçti, konferanslarda ve derslerde "örnek vaka" diye anlattım. Kamuoyu önündeydi. Belki başkası da yazdı! Mesela, 26 Aralık 2002'de Cumhuriyet'te Emre Kongar: "Umur Talu, yazıda Hürriyet'in manşetten kullandığı haberlerle... CHP'nin Genel Başkanı'nın bir yakının sızdırdığı bilgilere dayalı olarak, İnönü'nün kuracağı yeni partinin önünün kesildiğini anımsattı."
Mart 2004'te yine Sabah'ta yazmışım. Kabul, belki sonuncu en iyisiydi ama 6 yıl boyunca ne "cevap ve düzeltme", ne "tekzip", ne "şikayet veya dava". Ne bankadan, ne partiden, ne Vekil' den! Yani zaman aşımı bile olmuş!

Vekil' in gazetecilik derslerine gelince;
1. Prof. Bayraktar ve Av. Yüzer, bir zamanlar yazılarımı, gazeteciliğimi (hem de içten) savunurken de överken de, özel sohbette de böyle düşünmüyorlardı. Demek artık "beyenmiyorlar".
2. "Haber gizleme hakkını bize vermez" miş. "Böyle haberleri sakladıkları zaman eleştirilmeli" imiş. "Haberin verilmesi değil, verilmemesi gazetecilik suçu olabilir" miş.
Yapmayın lütfen. Bana bunları hiç söylemeyin. Misallere boğmayayım da, kıdemli yazarınız Emin Çölaşan, kendi deyişiyle "kovulduk ey halkım" olduktan sonra, 40 baskı yapan kitabında baştan sona "gazetecilik suçları" yazmış; "cevap ve düzeltme" mi yolladınız, haber gizleyenin kulağını mı çektiniz? Diyor ki:
"Bir gün Unakıtan'ı eleştiren bir yazı geçmişti. Yazı yayınlanmayacaktı...
Verdiğim dosya bir daha geri gelmedi. Haber kaynağını arayıp özür diledim. Tepede binbir hesap dönüyor. Ben de gazeteci olarak utanç duyuyorum ama elden bir şey gelmiyor...
Bizim
gazetede Ankara bürosunda muhabir arkadaşların yapıp İstanbul'a geçtiği bir sürü dört dörtlük fakat iktidarın hoşuna gitmeyecek haber gazetede yer bulmuyor. Hepsi çöpe gidiyor. İktidar kızmasın, üzerimize gelmesin ki işlerimizi yürütelim."

ŞAHSİ PİŞMANLIK
"Meslektaşlara haksızlık" var bir de.
Elbette nice yanlışım, kimi haksızlığım, kırdıklarım olmuştur. Ancak...
Çok "meslektaş"; genç yaşlardaki yöneticiliklerim de dahil, haber, muhabir, imza, fotoğraf altı imza, ücret, prim, muhabiri teşvik, haber gizlememe, inadına fikri takip, editoryal bağımsızlık, etik ilkeler, haber için diklenme, güçlüye biat etmeme gibi meselelerde ne yaptığımı bilir.
Hep haksızlık ettiğim için, onlar tarafından üç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetimine seçilmişimdir belki!

Tamam; çok fazla "eleştiri hakkı" kullanıyorum.
Eleştirdiğim herkesin "düşmanı" mıyım?
Yani, Hürriyet'teki eleştirilerin kıstası "şahsi dostluk, düşmanlık" mı?
"Şahsi düşmanlık", Milliyet'ten kovulmam yüzünden olmalı.
İyi de, herhalde Milliyet'i, onu yönetenleri çok çok az eleştirmişimdir şunca yılda.
Hürriyet eleştirilerini ise, o zaman başında bulunduğum Milliyet Hürriyet'i almadan önce de, aynı grupta iken de yapıyordum. Milliyet'te yazarken, grubun yanlışlarını da eleştiriyordum.
Rahmetli Güldemir yönetmenken, öyle bir yazımdan dolayı Milliyet makineleri durdurulmuştu. Ama Özkök, kendisini eleştiren o yazıyı attırtamadı. Bir kelime gerilemedim. Allah için, o gece yarısı, Aydın Doğan da reddetti onu ve kesmecileri.
Bu gazeteye yeni başlamıştım. İkinci gün, bazı muhabirlerin gazetede "sürgün" ünü eleştirdim. Sabah'ın genel yayın yönetmenini, sendika yüzünden işten atmaları, daha önceki gün, TMSF'nin işten çıkarılanlar için kamuya bilgi vermemesini eleştirdim. Şahsi düşman mıydım? Şimdiye dek burada kimse susturmayı düşünmedi.
Yıllardır onca sert eleştiri yazdım; "şahsi hakaret" ten mahkumiyetim yok. Eleştirdiklerimin özel hayatı, ailesi ve haklarına, haklılıklarına, bu zatlar da dahil, saldırmadım.
Sanırım, kimse benim yüzümden tazminat ödemedi.
"Eleştiri" ye köpürüp bana hakaret edenlere, meslek hayatımı söndürmeye niyetlenenlere bakıyorum:
Alınabilir, üzülebilir, kızabilirler. Lakin, eleştiri ne kelime, hakaret, küfür etmiş, yazıyla, manşetle kişiliklerine, ailelerine çok ağır saldırmış bir çok isim şimdi etraflarında, yakınlarında, en yakınlarında.
Demek ki mesele, "düşmanlık" tan ziyade "biat" a, "şahsi pişmanlık"a dair.
Gazeteciliğimi "sorgulayan" vekil ve müvekkiller demek eskiden yanılgı içinde beni iyi gazeteci sanırlarmış:
Belki de, "Gazetecilikten nasipsiz, şahsi düşmanlığa boğulmuş, ayıplı" olduğum için, 25'imde Milliyet'e transfer için Tarhan Erdem uğraştı. 27'imde rahmetli Emeç zamanında o yüzden alıp 28'imde yazı işleri müdürü yaptılar. Erol Simavi, 29'umda o nedenle Hürriyet'e genel yönetmen yapmak istedi. 30'umda o yüzden Milliyet'e geri çağırıp 34'ümde genel yayın yönetmeni yaptılar. O yüzden, 37'imde yönetmenlikten istifa ettiğimde Dipsiz Kuyu açıldı. O yüzden gazete satılıp geri alınınca, yine yayın yönetmeni olmam için bir aydan fazla ısrar edildi, kabul etmeyince o yüzden ısrarla genel yayın koordinatörü yapıldım.
Lakin belki de geç anladılar; o yüzden kovdular!
Belki o yüzden, solda, merkezde ve sağda üç gazeteci örgütünün birden aynı yıl "en iyi yazı, yazar" ödüllerini aldım. O yüzden Cemiyet iki yıl üst üste bu ödülü verdi. O yüzden üç üniversitede ders verdim.

AÇIK ÇAĞRI
Gelelim asıl "felaket"e:
Kaderin cilvesi, tam Milliyet'ten kovulduğum 28 Şubat 2001'de (bilemezdik tabii), Cumhurbaşkanı kayınbiraderinin "hakaret ve tehdit" i duruşmasına birlikte girdiğimiz "Vekiller", şimdi bana "hakaret metni" iletmiş.
Köksal Hocam; büronuzdan gelen faks benim için tam hayal kırıklığı!
Ama en vahimi, hakaret de değil; şu ifadeler:
"Şahsi düşmanlığını akıl almaz iftiralar atacak kadar ağır takıntı haline getiren bir kişinin GAZETECİLİK YAPMAYA DEVAM ETME HAKKI VAR MIDIR?"
İşten attırın, basın kartımı iptal ettirin, her kapıyı kapatın, vurun bari!
Metnin deyişiyle: Kendine "Gazeteci" diyebilen bir kişi de, "Hukukçu" diyebilen bir kişi de, böyle bir soruyu nasıl sorabilir hayretle karşılıyoruz!
"Hayretle" geçiştirilebilecek gibi değil.
Çünkü, "basın özgürlüğü" ne ağır hakaret.
Birileri, kimin gazetecilik yapıp yapmayacağına karar verme, bunu "gerekli soru" sayma hakkı var sayıyor.
Ve biliyor musunuz, hele kartel varsa, bu çok mümkün.
2001'de kovulduğumda, Star sürprizine kadar, Cumhuriyet de dahil, kimse "gazetecilik yapmaya devam etme hakkı" vermemişti; lanetlendiğim için.
Şimdi çok ciddi soruyor, çağrı yapıyor, cevap ve ilgi bekliyorum:
1. Üyesi olduğum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Çağdaş Gazeteciler Derneği başta, meslek örgütlerinin (aslında meslektaşların da, belki medya sitelerinin de) bu itham, soru ve tehditkar sindirme, susturma çağrısına bir diyeceği olmalı. Bekleyeceğim.
2. İstanbul Barosu, Barolar Birliği; bir Vekil Avukat'ın, bir hukukçunun; bir gazetecinin meslek hayatını sürdürmemesi için çağrı yapmasına bir şey diyebilmeli.
3. Galatasaray Üniversitesi başta, özellikle iletişim fakülteleri, bir rektör adayı bürosundan yazılabilen bu "anti demokratik" ifadeyi görebilmeli. Tabii, Sayın Bayraktar'ın kendisi ve vicdanı da.
4. IPI, WAN gibi uluslararası "basın özgürlüğü" kuruluşları, özgürlük ve eleştiri hakkını tehdit eden o cümleden haberdar olmalı.
5. TÜSİAD ve Başkanı;
Üye vekillerinin; eleştiri, haber, bilgi, sorgulama hakkı kullanan gazetecileri meslekten kazıtma tavrına karşı, "Cumhuriyet, demokrasi, AB normları" ile tüzüğü uyarınca bir şey yapmalı!
6. "Şahsi düşmanlıklarım"dan bıkmış okura da saygı iletiyorum. Mesleği ve meslektaşları ayıba boğanların layık gördüğü "üzerimdeki ebedi ayıp gölgesi"ni de takdirlerine sunarak. Belki verdiler, işverendiler ama; bu mesleği bana da, meslektaşlarıma da vekiller, müvekkiller vermedi ki onlar alabilsinler!

Çok uzun oldu, biliyorum. Ama sizlerin haber, bilgi hakkı ile özgürlüklerini de ilgilendiriyordur belki.