kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 27 Ekim 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC

Ölüm bizim eve giremez

Tuluhan Tekelioğlu
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz yıllarca sürecek bu savaşın sonunu.....
Kazım Kanat: " Sevinç, her sabah kalkar, bebek gibi ilacımı yoğurda karıştırıp verir. Çocukluğumdan beri ilaç yutamam."

Artan yağmurun bizi sıkıştırdığı pergolanın altında, 35 yıllık ortak hayatlarını, onların ağzından dinlerken, Nazım'ın Yaşama Dair şiirini hatırladım. Kazım Kanat fırtınada sağlam durmak için, her yere çapa attığını, yüz yıl yaşayacak kadar projesi olduğunu anlatıyordu: "Odamı Nazım Hikmet'in odası gibi yapacağım. Resim yapmaya yeniden başlayacağım. Tambur dersi alacağım. Nasılsa göremeyeceğimi düşünüp uzun zaman önce dikmekten vazgeçtiğim ağaçları, bahçeye dikeceğim." Uzman bir doktor kadar hastalığı iyi tanıyan, tam sekiz sene hastanelerde eşiyle birlikte kanserle mücadele veren Sevinç Kanat ise, "Kazım'ın başına kötü bir şey geleceğini asla düşünmedim," diyordu: "Kazım 'Ben mutluyum,' diyorsa, en olmayacak bir şeyse bile, kabul ederim. 'Âşık oldum,' derse bile bırakırım, yeter ki yaşasın..." İkisi de yaşamın basitliğine ve yalınlığına vâkıf oldukça, onun ne kadar gerçek olduğunu ve ciddiye alınması gerektiğini fark etmişler. Hatta aşkın da gerçeğini bulmuşlar. Kazım Kanat'ın doğum günü 20 Eylül, evlilik tarihi 21 Eylül... Sevinç Hanım, Kanat'ın kadın voleybolcularla ilgili 'hafif alaycılıkla yazdığı yazının' fotoğraftaki kahramanıymış! (Aynı zamanda da Şehreminispor bayan voleybol takımının kaptanı). "O yazıyı nasıl yazarsın?" diye tutuştukları kavgadan, ikisi de galip çıkmış. Uzun bir flört döneminden sonra evlenmişler. Kanat'ın, düğünden bir gün önce yerde bulduğu sahipsiz cüzdandan çıkan parayla ise Bodrum'a balayına gitmişler. O gün bugündür Bodrum'un ikisinin de kalbinde yeri başka. Kemoterapiyi bırakan Kazım Kanat, bu röportajın yayımlandığı gün, Bodrum yelken yarışlarında olacak... Sevinç Hanım da eşi için alışverişe çıkacak. Ona bir tambur alacak... Ben de bundan böyle sorularınızı bekliyorum. 'Her şeye rağmen ikimiz' olmayı başarmış çiftlere siz de sorun...

- Bu hastalık ikinizin hayatınızda neleri değiştirdi?
- Kazım Kanat:
Hasta olmadan önce stresli, gerilimli, gazeteciliği her şeyin önünde tutan, yerinde duramayan, sigara üstüne sigara içen, her şeye sinirlenen bir insandım. Şimdi her şeye gülümsüyorum. Hayatın hep güzelliklerine bakıyorum, asla dert yok, keder yok. Ama Sevinç hâlâ prensipleri olan biri.
- Sevinç Kanat: Tez canlıyım. Hep öyleydim, değişmedim. Kazım'ın dediği bazı şeylere itiraz ederdim ama şimdi ne isterse razı oluyorum. Çok uysallaştım. Kazım'ı üzmemek için elimden geleni yapıyorum. Eski Sevinç kalmadı. Daha yumuşadım. Ben bile kendime inanamıyorum. Birbirimize daha bağlandık.
- K.K: Hayır. Birbirimizi daha çok sevdik. Eskiden küçük bir münakaşada, çeker giderdim. Akşam gelirdim, küs olduğumuzu ikimiz de unuturduk. Kavganın nedenini hep unuturduk. Şimdi hiç kavga etmiyoruz.
- S.K: Onlar da kavga değildi ki... Hiçbir zaman birbirimize küsmedik. Ertesi gün mutlaka barışmış olarak uyandık.
- K.K: 99 eylülüydü. Annemi hastaneye götürdüğümde, ben de bir bağırsak sorunu yaşıyordum, doktor bana da baktı. Doğan Ağabey (Sarıbeyoğlu), "Ufak bir şey var, bir gece kalır, çıkarsın," dedi... Sevinç Hanım'a da dönerek "Oda çok geniştir," dedi. Sevinç, "Ben hastanede bir gün kalmaya tahammül edemem. Sabah gelirim," dedi ama hiç gitmedi.
- S.K: Doğan Sarıbeyoğlu, işlemi yaptı ama bir prensibi varmış. Her ameliyattan sonra 15 cm içeriye bakarmış. İçeriye baktığında hiç hoşuna gitmemiş. Parça almış. Oğlumla bana durumu anlattı. Şoke olduk, Kazım'a nasıl söyleyeceğimizi düşündük. Kazım'a bunu söylemeye gittiğimizde, meğerse o bizden önce öğrenmiş. Bir hasta bakıcı pat diye söyleyivermiş. İlk aşamada, adını katiyen söyleyemediğim kanseri artık rahatça konuşabiliyorum. O kadar iç içe olduk ki. O zamanki bilgime kıyasla şimdi bir uzman doktor kadar tecrübeliyim.
- K.K: Sevinç'in hiç uyuduğunu görmedim. İlaçlar verildi, uyumuyor.. 15. günde ilk kez Sevinç'in uyuduğunu gördüm. Kilitlenip kalmıştı. "Bir gün bile hastanede kalmam," diyen kadın, sekiz yıldır hastaneden çıkmadı. Beni hasta bakıcılara bile emanet etmedi. Üzüntülerden göğsünde kistler çıktı.

- Hiç psikolojik destek aldınız mı?
- S.K:
Arkadaşlarımız almamız gerektiğini söylediler ama hiç böyle bir desteğe gerek duymadık.

- Uzun bir dönem hastaneler eviniz oldu... Bunu birlikte nasıl yaşadınız?
- K.K:
Beni en çok üzen, küçük çocukların kanser olduğunu görmekti. Kanser olmuş iki buçuk aylık çocukları da gördüm, 16-17 yaşındaki çocukları da. Cerrahpaşa'da 16 yaşındaki çocuklardan parça alınırken, biyopsi sırasında bağırmalarına tanık olmak, hayatında hiç öpüşmemiş kızların göğüslerinin alındığını görmek beni yıktı. Gençlere bir şey olmasın diye çok dua ettim... Oralarda gördüğüm manzara hep şuydu: Erkekler konuşmuyor, içine kapanıyor, ama her kadın ağlıyordu. Çünkü kadınların çoğu yalnızdı. Yanlarında kocaları yoktu. Sadece tek bir erkek gördüm, karısını asla yalnız bırakmayan. Onun dışında kadınlar hep yalnızdı.
- S.K: Yanlarında kız kardeşleri var, kızları var, bazısının annesi var, ama kocaları yok!
- K.K: Mesela kadının birinin eşi çok seyahate gidermiş. Yanlarında çalışan genç hizmetçiye yurtdışından hediyeler getirirmiş. Fark etmiş ki, eşi onu hizmetçiyle aldatıyor. Karısını terk edip kızla yaşamaya başlamış. Kadın kanser olmuş. Korkudan iğne olamıyordu. "Elimden tutar mısın," dedi. Güç vereyim diye elini tuttum, kalbime koydum, bana yaşadığı bu olayı anlattı. Kanser hastası kadınları öldüren sevgisizlik. Hastalandıkları zaman eşleri de onları terk ediyorsa iyileşme şansları sıfır. Bunun adı ölüm oyunu. Hayat arkadaşı, iyi günde kötü günde diye imza atıp, sonra da terk etmişse, kadın sırtını kime dayayacak?
- S.K: Çok yalnız kadın gördük. Gündüzleri eşleri belki de işteydi.
- K.K: Ya geceleri?