kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Temmuz 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ÜLKÜ TAMER

Edebiyat serüveninde ilk adımlar

Çocukluğum bir kitap cennetinde geçmişti. Babam pek meraklı değildi kitaba. Daha çok gazete, dergi okurdu. Ama ben daha ilkokul birinci sınıftayken İstanbul'dan dünyanın kitabını getirtmiş, hepsini kendi dokuttuğu kumaşlarla ciltletip sonraki yıllar için eşsiz bir hazine hazırlamıştı. Neler yoktu bu hazinede... O'Henry'nin Bolivar İki Kişiyi Çekemez'inden Charles Dickens'ın David Copperfield'ine, Gorki'nin Stepte'sine, Anatole France'ın Allahlar Susamışlardı'sına kadar yüzlerce kitap. Sabahattin Ali'lerden, Reşat Nuri'lerden, Memduh Şevket'lerden, Sadri Ertem'lerden, Ercüment Ekrem'lerden, Esat Mahmut'lardan oluşan bir yerli yazarlar yelpazesi...
Biraz büyüyünce kitaplığı ben de genişletmeye başlayacaktım.
Eve birçok dergi alınırdı. Realite, Ayda Bir, Karikatür hiç kaçırılmazdı. Çocuk Haftası'yla 1001 Roman'ı da ben kaçırmazdım.
İlk kitabım, Grimm Kardeşler'in Gençlik Hikayeleri'ydi. Okuma-yazma öğrenmeden önce anneme okutturmuştum. "Yahudi ile Kemancı" masalına bayılırdım. Zavallı annem, haftada en az bir kere okumak zorunda kalırdı onu. Her keresinde de, yeni dinliyormuşum gibi gülerdim. Annem de gülerdi.
Okuma-yazma öğrenince, Gençlik Hikayeleri'ni kendim de okudum. Artık nasıl olduysa, o kitabı saklamışım. Arada bir yine elime alıyorum.
Naki Tezel'in derlediği Dünyanın En Güzel Masalları dizisine bayılır, yeni cildin çıkmasını dört gözle beklerdim. Yazarının kim olduğunu unuttuğum
Balabancık adlı bir kitabı da pek sevmiştim. İlkokul sonlarına geldiğimde, Kemalettin Tuğcu'nun okumadığım romanını bırakmamıştım.
Yayımlanan ilk yapıtım, ilkokul dördüncü sınıftayken yazdığım bir öyküydü. 100-150 sözcükten oluşan "Fakir Aile", Antep'te bir gazetede yayımlandığı zaman dünyada benden mutlusu yoktu. Benden büyük yazar da yoktu. Define bularak zengin olan yoksul bir aileyi anlatmıştım.
Edebiyat dergileriyle tanışıklığımı Mustafa Dayı'nın oğlu Hasan sağladı. Avni Dökmeci'nin Kaynak'ı gördüğüm ilk edebiyat dergisiydi. Yıllar sonra ilk şiirim de Kaynak'ta yayımlanacaktı: "Dünyanın Bir Köşesinden Lucia". Asaf Halet'in Mariyya'sı, Özdemir Asaf'ın Lavinia'sı, Attila İlhan'ın Pia'sı olur da benim Lucia'm olamaz mıydı!
Bu şiirin Kaynak'ta yayımlandığını görünce günde üç şiir yazıp Varlık'a, Yeditepe'ye, Şairler Yaprağı'na postalamaya başlamıştım. Şairler Yaprağı'nın ömrü şiirlerimi yayımlamaya yetmedi, ama yıllar sonra Yaşar Nabi de, Hüsamettin Bozok da şiirlerimi, çevirilerimi, kitaplarımı, unutamayacağım bir yakınlıkla değerlendirdiler.
Yeni Dergi'yle Pazar Postası yoktu o yıllarda.
Biri çıkıp da ileride Özdemir Asaf'ın şiirlerini, Attila İlhan'ın kitaplarını yayımlayacağımı söyleseydi, "Bunun kafasına güneş geçmiş. Alleben deresine girse de serinlese," derdim herhalde.
Yazdığım şiirleri Antep'in Kırkayak bahçesinde, içtiğimiz su ayrı gitmeyen sevgili dostum Cevat'a (Özer) ve Onat'a (Kutlar) okurdum hemen. Öykünmelerle, sıradan etkilerle dolu saçmasapan şeylerdi hepsi. Onat her zamanki ciddiliğiyle dinler, "Mükemmel. Mısraların kuruluşu kusursuz," derdi. Başka bir şey demezdi. Günün birinde, yazdığımı bir daha okuttu. "Hah," dedi, "işte şimdi kendi sesini bulmaya başladın."
O gün nasıl da keyiflenmiştim. Onat'ın görüşlerinin apayrı bir yeri vardı çünkü. Apayrı bir değeri vardı. Mantığın, düzeyliliğin simgesiydi o.
Gök Onları Yanıltmaz kitabımın baskısı da 1960'da Antep'te yapılmıştı. Onunla ilgili bir anımla bitireyim:
Basımevinin olanaklarını kabullenmiş, şiirlerin her birini el dizgisiyle, harf harf dizdirip ayrı ayrı, küçük birer karton parçasına bastırmıştım. İstanbul'da Asaf Ertekin de kapağı bastı. Kapakları zarf gibi katlayıp yapıştırdım; içlerine de on üçer "kartpostal şiir" i koyup kitapçılara dağıttım.
Yıllar sonra sanık olarak yargıç önüne çıkardılar beni. Kitap Derleme Müdürlüğü'ne gönderilmemiş. Antep'teki basımevini mahkemeye vermişler. Basımevinin sahibi, "Ben kartpostal bastım," demiş. Asaf Ertekin'i mahkemeye vermişler. O da, "Ben sadece kapak bastım," demiş. Sonunda beni çağırdılar. "Bu, yazarın görevi değil, basımevinin görevi," dedim.
Yargıç uzun uzun düşündü. Sonra, "Yaz, kızım," dedi katibeye. "Karar: Adı geçen eserin kitap olmadığı anlaşıldığından..."